Hangi insanla görüşürsek görüşelim farklı isteklerinin olduğunu görürüz. Nedir bu istekler? Üniversite kazansak, yüksek lisans yapsak, evlensek; çocuklarımız olsa, bir işimiz olsa, evimiz olsa, arabamız olsa... İstekler başını alıp gidiyor. İnsanın bu türden düşüncesinin olması çok doğal fakat bunları hep dünyevi şekilde istemek ne kadar mantıklı? Tartışılır. Bu yüzyılda istekler böyleyse Asrı Saadet'te nasıldı? İrdeleyelim.
Abdullah ibni Cahş (ra) savaş başlamadan önce, Saad bin Ebi Vakkas'ı (ra) gördü.
“Ya Vakkas savaş başlayacak, savaştan önce dua etmek istemez misin?” diye sordu.
Saad “Edelim” ve Uhud dağının eteklerinde bir kayanın dibine gittiler.
Abdullah Saad'a “Hadi önce sen dua et ben amin diyeyim, sonra ben dua edeyim sen amin de.”
Saad bin Ebi Vakkas (ra) ellerini kaldırdı. “Ya Rabbim, savaşta beni düşmanla karşılaştır. Ben o düşmanımla savaşayım, bana cihat sevabını nasip et, sonra ben düşmanımı yeneyim bana zafer ver, daha sonra ben savaş ganimetlerinden hak alayım ve zaferle evime döneyim.” Saad bin Ebi Vakkas duasını böylece bitirdi. Abdullah ibin Cahş elleri semada “Aminnnn!” dedi.
Dua sırası Abdullah(ra) gelmişti. Ellerini tüm teslimiyetiyle semaya açtı. Duasına başladı.
“Allah'ım! Bana düşmanımla karşılaşmayı nasip et, bir süre ben düşmanımla cenk edeyim, bana cihat sevabını ver. Sonra düşmanım bana galip gelsin, beni yere yatırsın, yensin,
kılıcıyla kolumu kessin, sonra diğer kolumu, sonra ayaklarımı kessin, sonra kulaklarımı, sonra burnumu, sonra başımı, vücudumdaki bütün azalarımı kessin ben hiç tanınmayacak hale geleyim. Kesilmiş kütük gibi olayım. Ben mahşer günü senin huzuruna böyle geldiğimde, Sen bana; Ey kulum Abdullah bu ne hal dediğinde, ben Sana Ey Allah'ım! bütün bedenimi bende olan ne varsa senin yoluna feda ettim. Azlarım şehadet etsin diye de hepsini senin rızan için düşmanla savaşırken kaybettim. Diyeyim….” Abdulla(ra)ın duası burada bitiyor.
Saad bin Ebi Vakkas(ra) bu dua karşısında şaşırmış halde… “Ben bu duaya amin demem.”
“Diyeceksin” diyor Abdullah, “seninle böyle anlaştık, Amin de amin de…”
Saad verdiği sözün üzerine “amin” diyor, ve beraberce kalkıp savaş meydanına geliyorlar.
Tarih sayfalarının dünya tarihinde bir daha eşine rastlamayacağı benzersiz bir iman küfür savaşı başlıyor.
Her yerden feryatlar yükseliyor her yer kan gölü. Abdullah (ra) Peygamberimiz'in (sav) yanında bütün gayretiyle Alemlerin Resulünü müdafaa ediyor. Bir ara Abdullah'ın elindeki kılıç kırılıyor ve silahsız kalıyor güzide sahabe. Ve mucizeler Peygamberi bir hurma dalını Abdullah'a uzatarak Al bunu kullan ya Abdullah diyor. Abdullah'ın elinde hurma dalı keskin bir kılıç olup düşmana ölüm saçıyor.
Savaş şiddetlendikçe iki tarafında kayıpları artıyor, mücadele bütün can havliyle sürüyor
Kim önüne gelirse karşı taraftan diğerini yok etmek için olan bir mücadele veriyor.
İslam ordusu Rasullah(sav)'ın emrini dinlemeyenler tarafından çok zor anlar yaşıyor. Buna rağmen Allah'ın verdiği güç ve yardımla bir avuç Müslüman Peygamberlerini koruyor. Ve savaş sona eriyor.
Müşrikler ölülerini Müslümanlarsa şehitlerini toplamaya çıkıyor.
Rasulullah (sav) savaş meydanında geziyor. Aman Alah! Yerde hurma kütüğünü andıran başsız kolsuz bacaksız kulaksız sadece vücudun olduğu bir naaş var ve Saad ağlamaya başlıyor. Resulullah(sav), yerde yatana bakıp gülümseyerek başını çeviriyor.
Sahabe şaşkın, sahabe anlamıyor. Soruyorlar Nebiye, gazi olmuş Onunda mübarek dişleri kırılmıştı Uhudda. “Ne oldu Ya Rasullah, neden gülümsediniz?” Resulullah (sav) ashabına dönerek, “Ben Abdullah'ı cennette pınar başında yıkanırken gördüm, yanında huriler vardı,
rahatsız etmek istemedim o yüzden başımı çevirdim diyor.” Ashab içten içe imrenerek bu kutlu şehide ağlamaya başlıyor. Saad bin Ebi Vakkas gözyaşlarına hâkim olamıyor. Arkadaşının bu şehadetine imrenerek, gıpta ederek bakıyor ve şöyle diyor. Abdullah'ın duası benimkinden hayırlı çıktı. Allah ona rahmet etsin.
Selam ve dua ile...