İnsanlığın bilinen en eski yerleşim mekânı, ilahi dinler ile büyük medeniyetlerin doğup yayıldığı yerdir coğrafyamız. Zamanımızın yaygın adlandırmasıyla Ortadoğu denilen bu yer, tarih boyunca dünyanın en hareketli bölgesi olma özelliğini korumaya hala devam etmektedir. Nice peygamberler ve cebbarları bağrında büyüten bu muhit, sanki yerkürenin kalbi gibidir. Burada olup biten en küçük bir olayın etkisi ve yankısı bütün dünyada duyulur, hissedilir.
Bölgemizi önemli kılan tarihi, kültürel, dini ve ekonomik sebeplere bir de siyasi sebep eklenince daha bir artan öneme sahip oluyor. Eski dünyanın en önemli gelişmeleri burada yaşanmış. İnsanlığın kaderini etkilemiş üç büyük semavi dinin merkezi olmuş burası.
Hz. Peygamber(as) döneminin hemen peşinden İslam’ın hâkimiyetine geçen bölge, İslam medeniyetinin parlak döneminde tarihteki en rahat demlerini yaşamıştır. Roma ve İran’ın zulmünden bıkmış usanmış halk kitleleri İslam’a kucak açmış, maddi ve manevi rahata kavuşmuşlardır. İslam’ı kabul etmeyen unsurlar da, İslam’ın eşsiz adaleti ve insani hoşgörüsü içinde yaşamanın ayrıcalığını tatmışlardır. Bu toprakların İslam ile yakalamış olduğu bu güzel fırsatı ona çok görenler burayı asla rahat bırakmadılar. Özelde bölgemiz ve genelde İslam âlemi üç büyük felaketle karşılaştı. Etkileri yüzyıllar sürmüş olan bu felaketlerin sonuncusunun bıraktığı yıkıcı etkilerin sancısıyla hala çalkalanıp durmaktadır bölge. Aldığı darbelerden oluşan ağrı ve sancıların dinmesi için daha ne kadar zaman olduğunu bilemesek de çekilen acıların ilelebet kalıcı olmayacağını muhakkaktır. Çok acılar yaşamış bu bölge, uzak olmayan bir gelecekte iyi günler görmeye namzettir.
Bölgemizin ve İslam ümmetinin yaşadığı ilk iki felaket, Moğol istilası ile Haçlı seferleridir. Maddi kayıpları çok büyük boyutlarda olmuş bu her iki saldırı Ümmetin dengesini sarsmış ve bundan sonraki süreç genel bir duraklamanın ardından belirgin bir gerileme ve çöküş dönemine doğru yol almıştır. On yedinci asırdan sonra her alanda gerilemeye başlayan Müslümanlar, İslam düşmanları ile bu topraklar üzerinde tarihi hesaplar yapan batılı devletlerin hedefi olmuşlardır. Yirminci asrın ilk çeyreğinde hemen hemen bütün İslam memleketleri fiili işgale uğramış ve bu işgal bugüne kadar etkiler bırakan sonuçlar meydana getirmiştir. İşte bu tarihi üçüncü öldürücü darbenin oluşturduğu felç hali yavaş yavaş kalkmaktadır. İslam’ın her alanda yeniden diriliş sürecinin işaretleri giderek çoğalmaktadır.
Tarih hiçbir zaman yeknesak bir seyir çizmez. Tarihi süreç içinde nice “ba’sü badel mevt/ölümden sonra diriliş”ler yaşanmıştır. İslam dünyası da, derin bir kış uykusundan sonra yeniden bahara uyanmaktadır. Her uyanışın geçici bazı arızalar taşıması elbette tabiidir. Baharın ilk günleri her zaman kıştan kareler taşır. Geniş bir açıdan bakılınca bunun arizi ve geçici bir hal olduğu anlaşılır. Müslümanların ümitvar olmalarını gerektiren çok alamet ve nedenler var. Zaten Müslümanlık ümitvar olmak değil midir? Çünkü iman ye’s’i barındırmaz.
Müslümanlara Batı’dan gelen son saldırının en belirgin sonuçları dağınıklık, parçalanmışlık, cehalet, kendilerine ve değerlerine karşı öz güvenlerini yitirmiş olma hali olmuştur. Buna bir de İsrail’in kurulmasını eklemek gerekir. Bölgede İsrail’in mevcudiyeti devam ettiği sürece rahatın olabileceğini söylemek çok zor olacaktır. Çünkü İsrail, bu topraklar rahat yüzü görmesin diye Batı tarafından bu bünyeye monte edilmiş yabancı bir unsurdur.
Arap baharı denilen sürecin bölgenin yeniden ayağa kalkmak isteyişinin net bir ifadesi olduğunda hiçbir şüphe yoktur.Bunu herkesten daha iyi ve en önce anlamış olan İslam düşmanları bu süreci engellemek ve saptırmak için ellerinden geleni yapma çabasındalar. Değişik komplo ve senaryolar yoluyla eski düzenlerini sürdürme gayreti içerisindedirler. Mısır, Suriye, Libya, Yemen, Bahreyn ve bölgenin diğer kalan yerlerindeki mevcut sıkıntılar bu kirli oyun ve senaryoların neticesidir.
Sabır, azim ve cesaretle diktatörleri deviren halk acaba tekrar bu sinsi oyunlara gelecek mi? Zaman zaman bazı arızalar olsa da bu büyük yürüyüşün daha da büyüyerek devam edeceği kanaati ağır basıyor. Müslümanların bu süreç zarfında daha bir dikkatli, sabırlı ve kararlı olmaları; yıllardır zulüm altında adeta tanınmaz hale gelmiş memleket ve milletlerinin dertlerini sırtlamak için kendilerini adamaları imanlarının gereğidir. Her türlü dünyevi emel ve endişeler ile kardeşliği zedeleyen ayrımcı söz ve tavırlardan her zamankisinden daha çok kaçınmak “farzul ayn” derecesinde kesinlik kazanmıştır. “Müslümanlar kardeştir” ilahi fermanı bugün değil de ne zaman uygulanacaktır? Kardeş olmak ve kardeşliğin hukukunu korumak en önemli ibadetlerdendir. Her ibadetin mahsus bir zamanı olmasına karşın, kardeş olma ibadeti belli bir süre ile sınırlı olmamakla beraber musibet ve belalar esnasında bu kardeşlik daha bir aciliyet ve evleviyet kazanmaktadır. İlahi! Müslümanlara kardeşlik bilinci ver ve onları yıkılan zulüm saraylarının altında kalanlardan eyleme.
Doğruhaber Gazetesi