Ramazan'ı Şerif aramızdan hızla ayrılıp gidiyor. Bu yaz günlerinde nasıl geçeceğinin endişesi içindeyken bir de bakıyoruz ki nasıl geçtiğinin bile farkında değiliz. Öyleyse önümüze açılan bu nimet sofrası kaldırılmadan ondan yeterince istifade etmeye ve ondan daha büyük pay almaya çalışalım. Nitekim sahabe-i kiram ve selefin büyükleri böyle düşünürlerdi. Bakınız şu hadisi şerif bu manayı ne güzel ifade ediyor:
“Eğer müminler, Ramazan'da elde edecekleri mükâfatın ne kadar büyük olduğunu bilselerdi, yılın tamamının Ramazan olmasını isterlerdi.” (Taberani)
Müminlerin, Ramazan'ın sonlarına doğru daha da ibadete yönelmesi ve yoğunlaşması gerekir. Hatta imkânı olanların kadir Gecesini aramak için son on gününü itikâfa girerek geçirmeleri tavsiye edilir. İtikâfın sözlük manası; bir yerde bekleme, durma ve kendini orada hapsetmek demektir. İstilahi manası ise; akıl baliğ veya temyiz kudretine sahip bir Müslümanın beş vakit namaz kılınan bir mescitte ibadet niyetiyle bir süre durması demektir.
İtikâf Ramazan'ın dışında da yapılabilir; ancak bu ayın içinde yapılması mustehaptir, son on gününde ise çok daha mustehaptir. Nitekim peygamberimiz aleyhissalatu vesselam, böyle yapardı. Validemiz Hz. Aişe (radıyallahu anha)'den rivayet edilen bir hadisi şerifte şöyle buyrulmaktadır:
“Allah'ın Resulü sallallahu aleyhi vesellem, vefat edinceye kadar Ramazan'ın son on gününü hep itikâfla geçirirdi. Ancak vefat ettiği yıl bunu 20 güne çıkardı. Onun zevceleri de ondan sonra böyle devam ederlerdi.” (Buhari, Ebu Davut)
Sahabe-i Kiram ve Selefi Salihin, itikâfa çok önem vermişlerdir. Ramazan'ın son on gününü bu şekilde itikâfa girerek ibadete çekilirlerdi. Aslında her müminin böyle bir arınmaya, nefsiyle hesaplaşmaya ihtiyacı vardır. Ramazan'da nefsini bir miktar yeme içme ve şehevi arzulardan alıkoyduğu gibi bedenini de bir miktar hapsederek muaşeretten, ihtilattan alıkoymasına ve dünyevi meşgalelerden uzak tutmasına ihtiyaç vardır. Böylelikle hem ruhunun hem de bedeninin hakkını ödemiş olur. Bunun birçok faydaları vardır. Yeri olmadığı için detayına girmek istemiyoruz. Ama kısaca diyebiliriz ki, bunu yapanlar ancak ramazanın, ibadetin gerçek zevkini tadabilir ve faydalarını anlayabilirler.
Ne var ki, bu kadar büyük öneme ve değere sahip olan itikâf ibadeti, günümüzde nerdeyse unutulmuş gibidir. Aşırı dünya sevgisi ve boş meşgalesi bizi bundan alıkoymuş, unutturup götürmüştür. Bundan daha kötüsü ve esef vericisi ise, dini temsil eden sözde kurumlar, bunu teşvik etmeleri şöyle dursun camileri kapatarak buna engel çıkarmalarıdır. Oysaki buna teşvik etmeleri ve bunun için zemin hazırlamaları gerekirdi. Bu onların asil görevlerinden birisidir.
Mademki camilerimiz onlara emanet, onlara teslim edilmiştir; müminlerin daha rahat ve daha emin bir şekilde oralarda ibadet imkânını sağlamak, oraları tertemiz ve açık tutmak da onların görevidir. Bunun diyanet işleri başkanlığınca kendilerine verilen bir görevden ziyade, Allah'ın kendilerine verdiği kesin bir emri olduğunu bilmelidirler. Kuran'a göre yeryüzündeki mabetleri yönetmenin, oralarda hizmet vermenin ahlakı ve hukuku budur:
İbrahim'e ve İsmail'e de: “evimi tavaf edenler, itikâfa girenler, rükû ve secde edenler için tertemiz tutun diye emretmiştik.” (Bakara: 125)
Yeryüzünde ilk inşa edilen ev, ilk mabet Mekke'de inşa edilen Kâbe'dir. Kâbe'nin görevlileri olan İbrahim ile İsmail aleyhimasselam, bu evin ilk hadimleriydi. Yani onlar bu evin sahipleri değil hizmetçileri idi. Bu evin asıl sahibi Allah'tır. O, nasıl emir vermişse öyle hizmet verilecek ve o istikamette hareket edilecektir.
İşte yeryüzündeki tüm mescitler de bu evin yani Kâbe'nin mesabesindedirler. Hepsi ona müteveccih ve onun birer uydusu hükmündedirler. Dolayısıyla hiç kimse bu mescitler üzerinde sahiplik taslayarak tahakküm hakkına sahip değildir. Bunlar hiç kimsenin makam köşesi ve saltanat alanı değildir. Bilakis tüm müminler için eşit mesafede maneviyat alanları ve arınma merkezleridirler.
O halde, içinde beş vakit namaz kılınan tüm camilerimiz, itikâf ibadeti için, ramazanın son on günü açık olmalı ve oralarda itikâfa girmiş olan müminlerin hizmeti için de imkânı verilmelidir ki, bu ibadet çeşidi unutulup aramızdan kaybolmasın. Nitekim günümüzde birçok müslüman itikâfın ne olduğunu bile bilmemektedir.
Sözün kısası, Müslümanların kutsal zamanları olduğu gibi kutsal mekânları da vardır. İşte Ramazan ayında itikâfa girmek, bu her iki değeri de bir araya getirmekte, birleştirmekte, bir anda ve birlikte yaşama imkânını bulmaktadır. Bu güzel iklimden en güzel şekilde istifade edenlerden olmanız dileğiyle...