Yıllar önceydi.
Yüzünden nur akan yaşlıca bir seyda sohbet sonrası “Varsa sorularınız alabilirim.” dedi.
“Müslümanlar arasında iyi ilişkiler olmalı değil mi?” diye sordu biri.
“Hayır!” dedi seyda.
Şoke olmuştu herkes benim gibi.
Ne demek?
“İyi ilişkiler müslimlerle gayr-ı müslimler arasında olur, Müslümanlar ise kardeştir. Uhuvvet hukuku ile birbirlerine bağlıdırlar.” deyince mesele anlaşılmıştı.
Seydanın dile getirdiği bu hakikat sadece bireysel olarak değil, elbette hem toplumsal hem de devletlerarası hukuk için geçerlidir.
Saldırmazlık, çatışmasızlık, bilim, güvenlik ve ticaret gibi hususlar üzerine herhangi bir devletle iyi ilişkiler kurulabilir.
İslam ülkeleri ile kurulacak ilişkilerin ise kardeşlik temelinde olması icap eder.
“Kardeşlik kurulacak kaç İslam ülkesi kalmış?” sorusu, sorulması gereken en önemli ve en can yakıcı sorudur.
Bugün itibarı ile İslam ülkeleri arasında uhuvveti engelleyen ve temeli iki asır öncesine dayanan iki ciddi sorun vardır:
1-Vesayetçi anlayış
2-Tam bağımsızlık
Sykes-Picot denilen anlaşma ile vesayetçi anlayışların çerçevesi belirlenerek emperyalizm nam-ı hesabına adeta bir “kahya düzeni” oluşturulmuştur.
Bağımsızlık hususundaki temel sorun ise, bahse konu ülkelerin iktisadi, idari, ticari, askeri alanlar başta olmak üzere hiçbir alanda yerli olamamalarıdır.
Bu ülkeler, Batı ekseninde kurulan kahyalık rejimleri ile başını ABD'nin çektiği emperyalizmin siyasi, askeri, ekonomik vs. çıkarlarını gözeten birer çiftlik mesabesindedirler.
AB(D)'nin aynı emperyal zihniyete sahip Rusya ile danışıklı olarak sürdürdüğü sömürü işbirliği ile İslam coğrafyası bütün potansiyelinden ve dinamiklerinden hızla uzaklaştırılmaya çalışılmaktadır.
Her iki sömürgeci egemen gücün sömürü alanlarının büyük bir kısmını ise maalesef mazlum İslam Coğrafyası oluşturmaktadır.
İslam ülkelerinin sömürgeci güçlerle yaptıkları ittifaklar veya kurdukları paktlar hiçbir zaman bu ülke halklarında güven duygusu oluşturmamıştır.
Hatta onun da ötesinde bu ittifaklar, çok ciddi bir güvenlik tehdidine dönüşmüştür.
Söz gelimi, Türkiye'nin NATO üyeliği ve ABD ile kurduğu stratejik ittifak, bizatihi kendi varlığına yönelen ciddi bir tehdide dönüşmüş durumdadır.
Başta Sn. Erdoğan olmak üzere birçok liderin “Memleket toprağı üzerinde ameliyat yaptırmayız!” ifadesinin pratikte hiçbir karşılığı olmamış, İncirlik başta olmak üzere ABD ve NATO'nun Türkiye'deki üsleri, Türkiye'ye yönelik ameliyatların merkezi haline gelmiş, hatta bu üsler ameliyat masası görevi icra etmiştir. Gezi ile başlayan, çukur ve barikat tiyatrosu ile devam eden ve en son 15 Temmuz işbirlikçi-emperyalist darbe grişimi ile sonuç alınmak istenen süreç boyunca üzerinde durulması gereken en önemli yön budur.
O halde Türkiye, içine girdiği yeni süreçte bir taraftan emperyalist güçlerin kendi aralarındaki çıkar çatışmasının ortaya çıkardığı çelişkilerden faydalanarak bu güçlerle “iyi ilişkiler” kurmaya çalışırken, diğer yandan da asıl olarak İslam ülkeleri arasında kardeşlik hukuku çerçevesinde hareket edebileceği alternatifler oluşturmaya çalışmalıdır.
Bunun da yolu D-8'ler gibi zaten var olan bir projeyi güncelleyerek hayata geçirmekten geçiyor.
Şimdi değilse ne zaman diyecek kadar konjonktür buna müsait.
Başarı şansı mı dediniz?
Bize düşen seferdir, zafer ise Allah'ın dilemesi ile olur.
...Ve Sonuçların sahibi Allah'tır!