İnsanoğlunun işlediği bazı cürümler vardır ki, bunların cezası yeryüzünde yoktur. Örneğin bir kişiyi öldürenin cezası var. Ancak iki kişiyi katledenin cezası yoktur. Çünkü kısas yapsanız dahi adamı ancak bir kez öldürürsünüz. Tekrar diriltip, yeni bir kısas yapamayacağınız için, bu katilin cezası cehenneme kalır.
Biz örneğimizi sadece iki kişinin katili üzerinden verdik. Bir de binlerce kişiyi katleden caniler vardır ki, bunlara da uygun bir ceza, dünya koşulları içinde bulunmaz. Ancak ve ancak narı cehennemde, tekrar tekrar yanarlar ki, bu canileri azap içerisinde görmek istediğimi belirtmek isterim.
Çarşamba günkü yazımda bahsetmiştim. Ama İdlib'te nefes almakta zorlanan o masum bebeler gözümün önünden gitmiyor. Lütfen muhterem okuyucular. Sizler de empati yapın. Ölen her bir İdlib'li çocuğun yerine, kendi kızınız veya oğlunuzu koyun. Nefessiz kalan yavrularınızın nefes almaları için nelerinizi feda etmezdiniz ki.
Derler ki; zamanın birinde bir kral varmış. Kurmaylarıyla birlikte memleketini gezmeye çıkmış. Nehir kenarında çok güzel bir köy görmüş. O kadar etkilenmiş ki hemen adamlarına, köye gitmelerini ve halkın bu köyü terk etmeleri için bir aylık bir sürelerinin olduğunu bildirmelerini söylemiş. Çünkü kral burayı kendine yazlık dinlenme yeri yapacakmış. Süre sonunda köyü boşaltmayanın cezası ölümmüş.
Adamlar varmış köye. “Kral burayı kendine yazlık yapacak. Köyü bir ay için terk edin. Süre sonunda köyde kalanlar öldürülecek” diye ilan etmişler. Köylüler için burası hayat demekti. Nasıl mallarını, mülklerini terk ederlerdi. Nitekim köyü terk etmemişler. Süre sonunda gelen askerler, köylülerin oldukları yerde kaldıklarını görmüşler. Krala haber etmişler. Kral ferman, yani katliam kararı vermiş. O gün, o köyde bulanan kadın-erkek, genç-yaşlı bütün insanlar katledilmiş.
Zamanın ateist feylesofu gelip köye bakmış. Bir gün önce cıvıl cıvıl olan köyü ölüm sessizliğinde bulmuş. Cesetler üst üste yığılmış. Anneler çocukları ile birlikte biçilmiş. Hamile kadınların karınları deşilmiş. “Aman Allah'ım bu ne korkunç manzaradır böyle” demiş. Sonra bu güne kadar inanmadığı Allah'a inanmaya başlamış. Düşünmüş ki; “Şimdi bu kralı ceza için bana teslim etseler, ancak bir köylünün hakkını alırım. Ya diğer köylüler. Mantık bu suçun cezasız kalmayacağını söylüyor. Peki, dünyada bizler bu katliamın cezasını veremeyeceğimize göre, iş tekrar tekrar azap eden züntikam olan Allah'a kalıyor.”
Firavun, Nemrud, Dehhak, Şeddad, Saddam, Hitler, Mussolini, Esed vb. bütün katiller. Yaptıklarınızın yanınıza kâr kalacağını mı zannediyorsunuz? Geliyê Zila, Dersim, Çiyayê Agırê (Ağrı), Roboski katliamını gerçekleştirenler ile Kürtleri kurtaracağım diye ortaya çıkıp, Pınarcık, Peçenek, Çevrimli, İkiyaka, Susa gibi yerlerde beşikteki çocukları dahi katledenler; Allah'ın huzuruna kanlı elbiseleri ile gelen o çocukları, “Hangi suçtan ötürü öldürdünüz?” diye sorulduğunda ne cevap vereceksiniz?
Bir katil namlusunu bir bebeye çevirdiğinde ne düşünür? Kundaktaki bebeyi vurduğunda ne hisseder? Hamile bir kadının karnını kesip, içindeki cenini aldığında hangi duyguya kapılır? Cumhuriyetin ilk yıllarında İdil ilçesine bağlı Alakamış köyünü yakanların süngülediği bir çocuk, kendi bağırsakları ile oynuyormuş. Halk dili ile bunu yapan Rumiler, manzara karşısında acaba ne demişlerdir? Kendi bağırsağını oyuncak zan eden çocuk, Allah'ın huzurundaki o büyük hesaplaşma gününde, yine ellerindeki bağırsakları ile gelip, katillerine; “Benim ne günahım vardı ki üç günlük dünya hayatını bana çok gördünüz? Sizin çoluk çocuğunuz yok muydu? Beni süngülediğiniz vakit gözünüz önüne çocuklarınız gelmedi mi? Hem ben daha oyun yaşındaydım. Sizin çocuklarınızın oyuncaklarını da ellerinden almamıştım. Neden ha neden?”
Ağır sorular. Cevapları bulunmayan sorular. Karşı karşıya kalınacağı hesap edilmeyen sorular.
Size soruyorum size. Ey Firavun, Nemrud, Dehhak, Şeddad, Hitler, Mussolini, Saddam, Sabiha Gökçen, Abdullah Öcalan, Esed ve hatırlayamadığım veya isimlerini zikretmediklerim.
Hadi buyurun, cevap verin.