İslam ümmetinin etkin aktörleri olan ülkelerin diplomatik ilişkiler sonrası yaptıkları ve kulağa hoş gelen açıklamalarının gereğini sahada da görmek istiyoruz. Bu açıklamalar, diplomatik nezaketin ötesine geçmeli ve siyasal stratejilere ve ülkelerin politik duruşlarına bir temel olmalıdır.
Her şeyden öte, şartlar ne olursa olsun, diplomasinin kanalları sürekli olarak açık tutulmalıdır. Bu gün başarılamayan bir müzâkere zemininin inşası için uğraş verilmeli ve açık tutulan kanallar, uygun müzâkere zemininde devreye konulmalıdır.
Başbakan Ahmet Davutoğlu'nun İran ziyareti sonrası yaptığı açıklamalar hem sevindirici, hem de son derece düşündürücüdür. İran cenahından da benzer açıklamalar geldi. Ziyaret sonrası yapılan açıklamalar, son derece kulağa hoş geliyordu. Yapılan açıklamalar, sağduyu ve şuurunu yitirmemiş bütün Müslümanların altına imzasını rahatlıkla atabileceği hususlardı.
Yapılan açıklamanın bir kısmı şöyle idi:
“İkili ilişkilerdeki büyük potansiyeli değerlendirirsek, bölgedeki kardeş kavgasını engellemek için de ortak zeminde buluşmak kolaylaşır. Bölgemizin kaderi, bölge dışı ülkelere bırakılmamalı. Bölgedeki kardeş kavgasının sona ermesi için İran ile Türkiye'nin ortak hareketi büyük önem taşıyor. Barış ve huzurun olması için Türkiye ve İran arasındaki ilişkilerin gelişiminin büyük önem taşıdığının herkes farkında. Zor dönemde İran ile birlikteydik. Bugün de birlikte çalışmamız, hem ülkelerimizin hem de bölgenin yararına olur.”
Açıklamanın yukarıdaki kısmı özellikle dikkatimizi çekti. İslam ümmetinin her bir ferdi, böyle bir açıklamayı ve sahada gereklerinin icrasını bekliyor. Bizim için önemli olan, bu açıklamanın sahadaki neticeleridir. Teoride herkesin mutabık olduğu hususlar, siyasi ihtiraslar nedeniyle uygulanmıyor. Ortak aklın gerekleri yerine, ihtiras felsefesi ile şekillenen siyaset, tüm taraflar için felaket ile neticelenmektedir. Oysa hem İran hem de Türkiye'nin birlikte hareket etmesi, hem İslam ümmetinin maslahatının gereği hem de bizatihi her iki ülkenin maslahatı gereğidir. Özellikle siyasi sorunların gölgesinde kalan ekonomide devasa hamleler yapılabilir. Bu bağlamda olmak üzere enerji alanında yapılacak bir işbirliği iki ülkenin ekonomisini hiç olmadığı kadar güçlendirecektir.
Ama sahada halen değişen bir şey yok. “Bölge ülkelerinin kaderi, bölge dışı ülkelere bırakılmamalı”, deniliyor denilmesine de, Suriye sorununun çözümü için iki taraf da bölge dışı ülkelerden medet ummakta, küresel şer güçlerin ortaya koyduğu yol haritasına göre hareket etmektedir.
O halde bir an önce herkesin üzerinde mutabık olduğu ortak prensiplerin hayata geçirilmesi için bir zemin ve çerçeve oluşturulmalıdır. Bu durum, üstesinden gelinemeyecek bir husus değildir. Bu saatten sonra son derece zor olsa da, imkânsız değildir. Önemli olan, tarafların samimi olması ve ortak aklın gereklerine göre bir irade ortaya koymasıdır. Süreç hangi aşamada olursa olsun, diplomatik kanalların açık olması ve müzakere seçeneğinin zorlanması, akıllı bir siyasetin ve İslami sorumluluğun gereğidir. Savaşlar yıkımdır ve çoğu zaman da kesin netice vermez. Genellikle savaşanlar ve ölenler farklı, savaşın sonucunda masaya oturanlar farklı olabilmektedir. Savaş boyunca verilen kayıplar ve ödenen bedellerin daha fazlasının kazanılabileceği meçhuldür. Her şeyden önemlisi, İslami ve insani açıdan savaşların sorumluluğu son derece büyüktür. İslami ve insani açıdan telafi edilemeyecek yıkımlar yaşanabilir ve yaşanmaktadır. Her geçen gün küresel şer güçlerinin inisiyatifi tamamen ele geçirdiği Suriye meselesinde, İslam dünyasının etkin aktörleri, artık daha fazla yıkımın yaşanmaması için makul bir çizgiye gelmelidirler. Geliştirilecek olan ortak strateji ile de sürecin inisiyatifi ele geçirilmelidir. Amerika ve Rusya'nın üzerinde anlaşacakları konular, şüphesiz ki, başta israilin güvenliğini esas almak üzere, şer güçlerin çıkarları doğrultusunda olacaktır. Kuşkusuz ki hangi taraftan olursa olsun, kaybeden ise tüm Müslümanlar olacaktır.
İyi niyet beyanlarının ve ortak aklın gereklerinin, stratejiye ve somut politikalara dönüşmesi umuduyla...