“Siz, insanlar içinden çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz. İyiliği emreder, kötülükten sakındırır ve Allah’a inanırsınız……” (Al-i İmran Suresi: 110)
Bu yüce ayet, toplumsal hayatımızın selameti için gerekli birçok ilâhî hükmü içinde barındıran Al-i İmran Suresi’nde geçmektedir.
Bu ayetin, Mekke’den Medine’ye hicret etmiş ‘Muhacir Cemaati’ hakkında nazil olduğu rivayet edilmiştir. Ancak Müfessirlerin çoğunun görüşü; ayetin, tüm ümmete şamil olduğu ve önceki rivayetin sahih olmadığı yönündedir.
Ayet-i kerime siyak ve sibak yönüyle incelendiğinde görülecektir ki, sibakında İslam toplumunu ayakta tutan; Allah’ın ipine sarılma, tefrikaya düşmeme, kardeşlik ve bunun bir sonucu olarak ahiret yurdundaki yüz aklığının hatırlatılması hususları geçmişti. Siyakında ise bu ayetin emirlerine bizden önce muhatap olmuş ancak bu emirleri gereği gibi yerine getirmemiş Ehl-i Kitabın kötü akıbetinden söz edilmiştir.
Ümmet; belli bir gaye için bir araya gelmiş insan topluluğuna denir. Rasgele bir araya gelmiş, mühim bir gayesi olmayan kalabalıklar ümmet olarak nitelendirilmezler.
Yine, ümmet; aynı düşünceye, aynı inanca, aynı yola sahip insan fertlerinden; yalnızca düşünce ortaklığı değil, aynı zamanda eylem birliği de olan fertlerden oluşan toplumdur.
Meçhul siga olan “uhricet/çıkarılmış” tabiri dikkat çekicidir. Sanki bu ümmet gayb perdelerinin ardından, künhünü sadece Allah’ın bildiği, büyük bir işi tamamlamak için Âlim, Hâkim ve Habir olan Zat’ın dilemesiyle ortaya çıkarılmış, manası vardır. Yine bu kelime ile ümmetler içinde kendine has bir rolü, bir makamı ve bir hesabı olan ümmetten söz ediliyor.
Bu ümmet, beşer hayatına yön vermede ve terakkisinde en hayırlı ümmettir; öncü ve önder olarak çıkarılmıştır. Yeryüzünde Allah’ın halifeliğini yapmaya ehil tek ümmettir. Ümmet, bu konumu sebebiyle temeli cahiliyeye dayalı diğer ümmetlerin önündedir ve öncüdür… Sağlam inanç, düşünce sistemi, ahlak, marifet ve ilimde diğer ümmetlerin kendisinden istifade edebileceği bir konumdadır.
“Bu din; iyilik ve kötülüğün sınırlarını belirleyen, imanla beraber beşer hayatını kötülüklerden koruyup iyilik üzere ikame etmek için uygun bir pratiktir.” (Fizilal-i Kur’an’dan)
İyilikleri emredip kötülüklerden uzak durmak Kur’ani bir sıfattır. Esas itibariyle Kur’an’ın bütün emir ve yasakları, insanın hem bireysel, hem de toplumsal hayatının selameti açısından önemlidir. Kur’ani üslup, emirleri mücmel olarak beyan eder. Bu da mücmel emirlerdendir.
Hz. Ali (ra) , Resulullah (a.s.)’ın şöyle buyurduğunu bildirir: “Peygamberlerin hiçbirine verilmeyen şeyler bana verildi: Korku anında yardım olundum, yeryüzünün anahtarları bana verildi, Ahmed diye isimlendirildim, toprak bana temiz kılındı ve ümmetim, en hayırlı ümmet kılındı.” (İbn-i Kesir Tefsiri-ilgili ayetin tefsiri) Evet bu ümmet hayırlara koşmada en öndeki ümmettir. Zira bu ümmetin Peygamberi, Hz Muhammed (sav)’dir. Zira o, mahlûkatın en şereflisi, resullerin en değerlisidir. En mükemmel şeriat onunla gönderilmiş, onun metot ve yoluna uygun az bir amel, diğerlerinin çok amelinden daha hayırlı kabul edilmiştir.
Burada ayet, tüm İslam ümmetine şamil olan bir vasıftan söz etmektedir. Bu vasıf “emr-i bil maruf ve nehy-i anil münker” olarak bilinen; ‘iyilikleri emretme ve kötülüklerden sakındırma’dır. Cenabı Allah, bu ilahi vasıfla İslam ümmetini vasıflandırmış ve onu şerefli kılmıştır. Yukarıdaki ayet, konuyu tüm ümmet bazında ele almıştır.
Bununla birlikte ümmet içinde bunu birinci vazifesi olarak telakki etmiş, has bir topluluğun bulunması da yine Yüce Rabbimizin bir emridir. Bir ayette Rabbimiz şöyle buyurmuştur: “İçinizden İnsanları hayra çağıran, iyilikleri emredip kötülüklerden sakındıran bir topluluk bulunsun…” (Ali İmran;104)
Müminlerin vasfı anlatılırken de iyiliği emretme ve kötülüklerden sakındırmadan söz edilmiştir. Cenab-ı Hakk şöyle buyurur: “Mü’min erkekler ile mü’min kadınlar birbirlerinin velileridirler. İyilikleri emrederler, kötülükten de sakındırırlar…” (Tevbe; 71)
Yine kendisine; iktidar nimeti verilmiş mü’minlerin vasıfları anlatılırken de; “Mü’minler o kimselerdir ki, yeryüzünde kendilerine iktidar verdiğimizde iyilikleri emrederler, kötülüklerden de sakındırırlar…” (Hacc Suresi; 41) şeklinde buyurulmuştur.
İslam inancına göre Cenabı Allah’ın Kur’an-ı Kerim’deki bütün emirleri, iyilik; bütün yasaklamaları ise kötülüktür. Çünkü “iyilik” Allah’ın razı olduğu bütün işlere şamildir. Yine “kötülük” de; Allah’ın rızasının olmadığı bütün işlere şamildir.
İyilikleri emretme, kötülüklerden de sakındırmanın İslam’ın beş temel şartının altıncısı olduğunu belirten İslam âlimleri vardır. Zira bu emir farziyeti; ümmetin bir kısmı bu vazifeyi yaptığında, diğer kısmının üzerinden sorumluluğun kalkacağı farz-ı kifaye’yi ifade eder. Tüm ümmetin bu farizayı terk etmesi durumunda, ümmet günahkâr olur.
İyiliği emretme ve kötülükten sakındırma iç içe girmiş ve ayrılması mümkün olmayan bir mahiyettedir. Tıpkı et ve kemik gibi… Eğer sadece iyiliklerin emri söz konusu olsa, netice itibariyle Hıristiyan rahiplerinden bir farkımız kalmaz. Yine sadece kötülüklerin nehyi söz konusu yapılırsa, Budist ruhanilerden farksız hale geliriz. Her ikisi de, istenilmeyen tefrit ve ifrat ile sonuçlanır. İşte bu ümmetin özelliği, tefrit ve ifrattan uzak bir pratik ortaya koymasıdır.
İyilikleri emretme ve kötülüklerden sakındırma, netice itibariyle “davet”in temelini oluşturur. Yüce Rabbimiz söyle buyurmaktadır: “Rabbinin yoluna hikmet ve güzel öğütle davet et. Onlarla en güzel şekilde mücadele et.” (Nahl Suresi:125) Bu ayetten çıkaracağımız dersler vardır. Bunlardan biri;
İnsanları hakka davet ederken hikmet ve güzel öğütle davet etmeliyiz. Yani ikna edici ve inandırıcı olma vasfımızı yitirmemeliyiz. Delil, hüccet ve burhanla hareket etmeliyiz. Karşımızdakini ilzam edici olmaktan çok, ikna edici olmalıyız. Bu bizim açımızdan davetteki en önemli vasıftır. Hikmetin tanımı konusunda çok söz söylenmiş olsa da biz burada hikmeti; ‘söz ve amelde istikamet üzere olmak’ manasında kullanıyoruz.
Bir diğeri; iyilik ve güzellikler en güzel bir şekilde tavsiye edilmelidir. Bu da, güler yüz ve yumuşak söz söylemekten geçer. Zira Allah-u Teala Musa (as)’yı Firavun’a gönderirken, yumuşak söz söylemesini kendisine emretmiştir. Bu tarz, öğüdü kabul ettirmenin en etkili yöntemidir. Bir ayet-i celilede Rabbimiz, Resulü (sav)’ne hitaben; “Allah’ın rahmetiyle, sen onlara yumuşak davrandın. Eğer sert ve katı olsaydın, elbette senin etrafından dağılıp giderlerdi”[1] diye buyurmuştur. Yine burada dikkat edilmesi gereken bir diğer nokta da; seviyelerin farklılığından kaynaklanan “seviyeye inme” olayıdır. Hz. Aişe (r.anha)’den, Resulullah (a.s.)’ın şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: “İnsanlara akıllarının alabileceği bir ölçüde konuşun”[2]
Kötülüklerin nehyi söz konusu olunca bazı başlıklara da dikkat edilmesi gerekir. Bunlar: kötülüklerin tanımı, kötülüklerle mücadele üslubu ve kötülükleri nehyeden kişide aranan vasıflardır.
İnzar Dergisi
---------------------------------
[1] Al-i İmran Suresi:159
[2] Riyazus Salihin