Gündem ne kadar çabuk değişebiliyor. Demek ki hiç bir gündem hayati manada tartışılması gereken bir gündem değildir. Hayat memat meselesi diye konuşulan gündemler bir anda soğumaya bırakılabiliyor.
Referandum tarihinden önce ve hemen sonrası tabiri caizse Münbiç ve Rakka'yla yatıyor, onlarla kalkıyorduk. Şimdi ise bütün gündem, Avrupa'yla ve en son olarak da Hollanda'yla yaşanan diplomatik kriz oldu.
Hollanda'nın nezaketsiz ve seviyesiz tavrına karşı Türkiye'nin 'cevap veririz, karşılığını bulurlar', şeklindeki yanıtları, Bakanlar Kurulu kararlarıyla şekillendi. Onlar da; 'daha önce ülkeden ayrılan büyükelçinin Türkiye'ye girişinin yasaklanması, varsa diplomatik randevu ve görüşmelerin iptal edilmesi, Hollandalı diplomatların uçuşlarına havaalanlarının kapatılması ve meclis dostluk gruplarının fesh edilmesinin önerilmesi' şeklinde oldu.
Bu tip krizlerde gerçekten karşı tarafı yaptıklarından caydırmanın yolu ‘güçlü olmak'tan geçiyor. Güçlü olup 'karşılık veririm' dediğinizde, karşı taraf yaptığı yanlış dolayısıyla geri adım da atıyor, özür de diliyor.
Emekli bir büyükelçinin, 'Böylesi krizlerde söz konusu ülkenin cezalandırılması için masaya liste konuyor ve 'nasıl cezalandırabiliriz' diye kalemlere tek tek bakılıyor' dediği gibi, cezalandırma, söz konusu ülkenin sana bağımlılığı varsa gerçekleşebiliyor. Burada karşı tarafa gereken hamleyi yapacak argümanlara sahip olman çok önemli. Aksi takdirde söylediklerinin bir anlamı olmuyor.
Krizin, 'Evet'ler için çıkarılan bilinçli bir gerilim' olduğu ifade edildi. Özellikle muhalefet bu yönlü hükümete yüklendi.
Siyasi hesaplar doğrultusunda atılan her adım ve çıkarılan her gerilim bir şekilde kendini gösterir. Hele karşı hamle için ortaya koyacağın kozların da yok ise, sonuçlar istendiği gibi gelişmeyebilir.
Böylece 'Yaparız' dediğiniz her konu, yapılmadığı takdirde sonuçlarıyla beraber önüne tekrar çıkar ve onu asli fonksiyonuyla değerlendirmeden atlatacağının imkânı olmaz. Tabi bunu yaparken de bir önceki tavrınla çelişince hemen kendini belli eder, kamuoyu da bunu görür ve ona göre değerlendirir.
Hollanda'yla gelişen kriz hangi saiklerle yapılmış olursa olsun, bir kere olay, kendilerini özgürlük ve demokrasi havarileri addedenlerin kabalığı ve insanlık dışı tavırlarını ortaya koyması açısından çok önemli.
Bunların Müslümanlara dönük hoşgörüleri, kendilerine yansıyacak çıkarlarla endekslidir. En hoşgörülü sandığın ülke, kendi çıkarları veya oy'ları için olmadık krizler ve insan hakları ihlallerini yaşatabilir. Hollanda polisinin, konsolosluk önünde toplanan ve sözlü tepkilerini ortaya koyan insanların üzerine it'lerle saldırıp -Cumhurbaşkanının ifadesine göre- 9 insanı ağır yaralaması, normal bir vakıaymış gibi diğer Birlik(AB) ülkelerinden de destek görebiliyor.
O zaman İyisi mi?
HÜDA PAR'ın, açıklamasında ifade ettiği gibi, kendi birliğimize odaklanmak en doğru olanı olacaktır; bunlardan dost olmaz.
Türkiye'deki darbe girişimine bu denli hızlı tepki vermeyen AB, Hollanda'ya değil de; Bakanı terörist muamelesi gören ve kendi ülke toprağı sayılan konsolosluğa girişine izin verilmeyen; vatandaşları -onların deyimiyle- demokratik haklarını kullandıkları için saldırıya uğrayan Türkiye'ye ayar vermeye çalışıyor.
Doğrusu, bu saatten sonra onların kapılarında hak-hukuk-adalet aramanın bir manası da kalmamıştır. Bundan önemlisi, kendi insanlarımızın onların kapılarında hak aramasını bir ihtiyaç ve seçenek olmaktan çıkaralım artık. Bugün 28 Avrupa ülkesinde 4,5 milyon civarı sadece Türkiyeli insan yaşıyor.
Gannuşi'nin dediği gibi; "Ortaçağda Avrupa'da yaşayanlar İslam ülkelerine göç ediyorlardı. Bugün maalesef Müslümanlar, diktatör rejimlerden Avrupa ülkelerine göç etmektedirler. Onlar İslam'dan küfre yönelmiyor, zulümden adalete sığınıyorlar. Mekke'deki sahabeler, zulümden kaçarak Habeşistan'daki yönetime sığınmışlardı. Hz. Peygamber(s.a.v.) onlara Habeşistan'da halkına zulmetmeyen bir kralın olduğunu söylemiştir. (..) Allah bu dünyayı adalet dengesiyle yaratmıştır. Biz adaleti, eşitliği, özgürlüğü, kadın haklarını, azınlık haklarını sağladığımız oranda İslam'ı anlamış, ona hizmet etmiş oluruz.”
Burada bütün oralarda bulunanların bu saikle gittiklerini söylemiyorum. Ancak İslam ülkelerindeki yaşam şartlarından ötürü soluğu o ülkelerde alanların sayısının az olmadığı da bir gerçek.
Biz yine de kendi insanlarımıza gereği gibi özgürlük-hak-adalet seçeneğini tanıyalım ki, başkalarının -yeri gelince- hışmına maruz kalmasınlar.
Öncekilerin yönetim biçimi dolayısıyla ülkelerinden ayrılmak durumunda kalan insanlarımızın durumunu defaaten değerlendirerek daha adil, daha hukuki davranmanın gayreti içinde olalım.
İlk başta ve evvelen, söz söylemek isteyenlere biz engeller çıkarmayalım. Kimsenin salon programlarına müdahale etmeyelim. Önce adil olalım, ondan sonra da adil olmayan bu şer güçlerine gereken adalet dersini biz verebilelim.
Selam ve dua ile...