İzzet kelimesi, Allah ve müminler hakkında olumlu anlam ifâde ederken, İslam ve Kuran hakikatleri karşısında bilinçsizce kibir, gurur, inat ve öfke gibi kötü duygularına kapılıp tavır alan kâfir ve münâfıkların işledikleri kötülükler üzerindeki ısrarlarını anlatır.
Mesela Sad suresinin ikinci ayetinde Kur'an'ın irşad edici önemine dikkat çeken ayetin arkasından inkârcıların Kur'an karşısındaki olumsuz tavırları şöyle ifâde edilir: "inkâra sapanlar (iddia ettiklerinin) aksine, bir izzet ve tefrika içindedirler." yani kibir ve gurur üzerinde ısrar etmektedirler.
Kur'an'da münafıkların karakteristik davranışlarına dair bilgi verilirken böylelerine Allah'a saygıyla itaat etmeleri tavsiye edildiğinde izzet duygularının kendilerini günaha sevk ettiği belirtilir.
Fahrurazi, aynı kelimeyi "kibir, cehalet ve delilleri kavrama yoksunluğu" olarak izah ederken, İbn Aşur bunun, bir kimsenin sosyal statüsüne aldanıp böbürlenmesi ve bu yüzden nasihatlere kulak asmaması manasına geldiğini belirtir. İmam Gazali, İhya'sında olumsuz izzeti kibirle eş anlamlı olarak kullanmaktadır. Onun yaptığı psikolojik tahlillere göre, kişi bazı yüksek niteliklere sahip olduğunu düşününce kendisinin başkalarından üstün olduğu vehmine kapılır.
Yine Gazali, bu anlamdaki izzetin ve kibir duygusunun "cennetin kapıları" dediği güzel huyların kazanılmasına engel olacağını söyler; sevgi, tevazu, hoşgörü ve doğruluk gibi erdemlerden yoksun kalma ile kin, öfke, kıskançlık gibi kötü huylara bulaşmada kibir ve izzetin mutlak etkisinin bulunduğunu belirtir. (İhya, 3/344-345)
Ancak insan, alçakgönüllü olmaya çalışırken tevazu sınırını aşarak kendini aşağılık (mezellet, meskenet) durumuna da düşürmemelidir. Fahrurrazi de gerçek müminlerin iman edenlere karşı alçakgönüllü ve şefkatli, inkârcılara karşı ise, izzetli, dirâyetli ve onurlu olduklarını bildiren ayette (Mâide, 54) geçen "ezille" kelimesini açıklarken bunun "alçalma ve küçülme" olarak anlaşılmaması gerektiğini söyler. (Mefâtihu'l-Gayb, 12/21-22)
Bu açıdan meseleye baktığımız zaman, izzetle kibrin farklı iki kavram olduğunu görürüz. İzzet müminin kendi varlığının hakikatini bilmesi, tanıması ve ona dünyevi ihtiyaçlarından gerektiği kadar sağlamasıdır. Kibir ise, kişinin kendini doğru tanımaması ve olduğundan büyük görmesidir.
Şu halde, şekil itibariyle izzet kibre benzerse de mahiyet itibarıyla ondan farklıdır. Nitekim tevazu da zillete benzemekle birlikte; tevazu erdem, zillet ise erdemsizliktir. Ahlak kitaplarında insanın kendini zilletten koruması, çoğunlukla "özgürlük" kelimesiyle ifâde edilir ve bu hususta kişinin kendi şerefini korumasının, kimsenin elindekine göz dikmeden minnetsiz bir hayat yaşamasının, yalnız Allah'a dayanıp güvenerek hakiki izzeti O'ndan beklemesinin gerekliliği üzerinde durulur.
Buna göre kişi izzeti, kendi nefsini başkalarından üstün görme eğiliminin bir ifâdesi olarak değil, sahip olduğu dinden ve temsil ettiği, inanıp bağlandığı yüce değerlerden gelen bir güç ve onurun ifâdesi olarak görmelidir. İnsan, İslam'dan ve onun kazandırdığı değerlerden uzaklaşması halinde izzetten de yoksun kalır. Çünkü izzet sadece Allah'a mahsustur.
Müminlerin, hatta peygamberlerin sahip olduğu izzet İlahi bir lütuftan ibarettir. Bu lütfa erişebilmek için samimi bir imana sahip olmanın yanında Allah'ın çizdiği yoldan ayrılmamak gerekir. İnsanlar izzetin kaynağı olan Allah'a ne kadar yakın ve emirlerine ne kadar muti olurlarsa izzetten de o kadar pay alırlar.
Kuran'ı Kerim'e göre izzet, tamamen Allah'a mahsustur. O, dilediğini aziz, dilediğini de zelil kılmakta serbesttir. O kimi aziz ederse onu zelil kılacak kimse yoktur; kimi de zelil ederse onu aziz edecek kimse yoktur. İzzetin en yücesi Allah'a imandır. Zilletlerin en aşağısı ise, inkârdır. Allah (c.c), kimi insanları iman ve irfanla aziz, kimilerini de inkâr ve sapkınlıkları sebebiyle zelil ve hakir kılar.
Sonuç olarak Müslümanlar, ne zaman kendi dinlerinden, ilkelerinden uzaklaşmış, sırtını dönmüşse izzetlerini kaybetmişler; ne zaman da dinlerine ilkelerine dönmüş ve ilkelerine sahip çıkmışlarsa aziz ve serfiraz olmuşlardır.