Geçtiğimiz yıl 6-8 Ekim Kobani olayları sırasında sergilenen vandallık ve vahşet sonrasında Hükümet yetkilileri yaptıkları birbirine benzeyen açıklamalarda kamu güvenliği hassasiyetini bol bol vurgulamış ve vatandaşın can ve mal güvenliği hususunda her türlü tedbiri alacaklarının altını kalın kalın çizmişlerdi. Hamaset dozu yüksek bu nutukların altının ne kadar boş olduğu yaklaşık bir yıllık süreçte gizlenemez biçimde belirginleşirken, hassaten son günlerde tırmandırılan şiddet eylemleri ve azgın saldırılar devlet katına yansıyan tutumun acziyetten öte bir pejmürdeliğe işaret ettiğini açıkça ortaya koymuş oldu.
Acziyetten de öte; doğrudan rezalet!
Suruç’ta PKK müttefiki MLKP yandaşı gençlere yönelik olarak IŞİD tarafından gerçekleştirildiği anlaşılan bombalı saldırı gerekçe gösterilerek yapılan eylemler kamu güvenliği vb. kavramların ucuza çiğnenen sakız olmaktan öteye gitmediğinin kanıtı oldu. IŞİD’in hunharca gerçekleştirdiği saldırıyı bahane eden PKK yandaşları ve müttefikleri bu kez tüm ülke çapında yaygın ve sistematik bir şiddet atmosferi oluşturdular.
Kars’tan Silvan’a, Ağrı’dan Batman’a dek pek çok bölgede kundaklanan tırlar, özel araçlar; bombalanan, yakılan kamu kuruluşları, parti binaları, karakollar; Adıyaman’da, Diyarbakır’da, Ceylanpınar’da öldürülen asker ve polisler; “hesap soracağız, intikam alacağız” sloganları eşliğinde düzenlenen ve silahlı gövde gösterilerine dönüştürülen cenaze törenleri kamu güvenliği adına ne kadar yol alındığının somut göstergeleri olsa gerek!
Azgınlığın fren tutmasını beklemek beyhude! Hiç dinmeyen savaş naralarına ek olarak tepeden gelen ‘silahlanın’, ‘kendi güvenliğinizi sağlayın’ talimatlarına binaen maskeli çeteler IŞİDçi yaftalamasıyla dindarlığıyla maruf insanların evlerine, işyerlerine saldırıyor ve cinayetler işliyorlar. PKK’nın epeyce mesafe aldığı alan hakimiyeti hedefi için çok kullanışlı bir malzemeye dönüşen bu yaftalamanın bir sınırı da, ölçüsü de yok!
Tüm bunlar yaşanırken, Hükümet yetkilileri o artık klasikleşmiş ‘her türlü tedbir alınacaktır” nakaratına ilave olarak biteviye kendilerine yöneltilen IŞİD’e destek verdiklerine dair suçlamaların iftira olduğunu izahla meşguller. Neye yarayacağı bilinmeyen ve adeta otomatiğe bağlanmışçasına tekrarlanan bu tekzib gayretlerinin muhataplar nezdinde beş paralık bir kıymeti harbiyesinin olmadığı ise bir türlü idrak edilemiyor.
Geldiğimiz noktada Hükümeti artık Doğu ve Güneydoğu’da aciz kalmakla, halkı örgütün insafına terk etmekle suçlamanın bir anlamı da kalmamış görünüyor. Müslüman kimliklerinden ötürü Adana’da evinde çocuklarının gözü önünde ya da Gazi Mahallesinde işyerinde katledilen insanların hali devletin bu konuda eşitliği sağlamış olduğunun işareti sayılabilir! Acziyet ve iflas artık bölgesel olmaktan çıkıp, ülke sathına yayılmış durumda!
Algıda seçicilik ve kurbanda popülarite aramak!
Sırf polis oldukları için gencecik 2 insanın evlerinde uyudukları sırada katledilmelerini ‘anlaşılabilir’ gören ama “zafere” sloganlarıyla savaş bölgesine geçmeye çalışırken katledilen gençlerin ardından ağıtlar yakan ikiyüzlü bir medya düzeni ile muhatabız. Öyle bir manipülasyon söz konusu ki, Yeni Şafak gibi hükümete yakın bir gazetenin bir köşe yazarı bile “…Kobani'ye hatıra ormanı, kütüphane, çocuk parkı inşa etmek için yola çıkan idealist gençlerin” başına gelen acıya hepimizi ortak etme gayretini esirgemiyor! Üstelik de yazısında bol bol basiret, feraset çağrıları yapmaktan da geri kalmıyor!
A Haber televizyon kanalında Ceylanpınar’da 2 polisin öldürülmeleri haberini veren sunucu Ceylanpınar Belediye Başkanı Menderes Atilla’ya bağlanıyor. Defalarca suikaste uğramış Belediye Başkanı polisler için başsağlığı dileğinden sonra sözü çözüm sürecinin tükenişine getirdiği anda sunucuyu öyle bir telaş kaplıyor ki, görmeyin gitsin! Menderes Atilla’nın devletin acziyetini vurgulayan, PYD’nin kendisini öldürmeye çalıştığına ama örgütün yaralanan militanlarının devlet tarafından ambulanslarla hastanelere taşınıp tedavi edildiğine, kendi canına kast eden insanların devlet tarafından himaye edilmesini kabullenemediğine ilişkin sözlerini A Haber sunucusu ve editörünün kesme gayreti hükümetin içselleştirdiği acziyetin ve örtme gayretinin bir göstergesini sunuyor adeta!
Anlamsız yaranma gayreti
Müthiş bir bulandırma, çarpıtma ve kafa karışıklığı hali yaşanmakta. Öyle ki, yıllarca tevhidin doğru anlaşılması için dersler yapan kardeşlerimizden bazısının şirk içinde oldukları tartışmasız insanların ardından rahatlıkla rahmet dileyebildiklerini şaşkınlıkla ve acıyla izliyoruz.
Bir edilgenlik hali, kendini tezkiye ettirme, olumsuz (ve de riskli) algı ve ithamlardan arınma, arındırma gayretkeşliği ile ilkesiz ve ölçüsüz savruluşlar yaşanıyor. “Sakın bizi IŞİD’le irtibatlandırmayın, biz sizden daha fazla IŞİD düşmanıyız” söylemi komik ve tutarsız görüntülere yol açıyor.
Bu ahmak ve zalim yapının en değerli mücahitleri vahşice katlettiği, İslami harekete ağır darbeler vurduğu esnada dahi asla dillendirilme ihtiyacı hissedilmediği oranda bir IŞİD karşıtlığının şimdilerde pürtelaş beyan edilmesi neyin göstergesidir? İster PKK, ister ABD olsun zalimlikte IŞİD’den hiç geri kalmayan, üstelik de açıkça küfrü temsil eden güçlere IŞİD’den beri olduğumuzu tescillettirme gayreti salim bir aklın ve vicdanın ürünü olabilir mi? Evet, IŞİD lanetlenmeyi hak eden düşünce ve eylemlere imza atmış, sapkın bir yapıdır; neredeyse her eylemiyle İslami kimliğe zarar vermekte, Ümmet bünyesinde ciddi tahribata yol açmaktadır, bu tartışılmaz ama bunu kafir ve zalim güçleri meşrulaştıracak tarzda yapmak hiç yakışık alıyor mu?
Burada durup bir kere daha sorulması gerekiyor: Kimi ikna etmeye, kimi razı etmeye çalışıyoruz? Dahil olmadığımız, tasvip de etmediğimiz halde sırf Müslümanlara atfedildiği için her karanlık eylemin ardından dil dökmek zorunda mıyız? Üstelik de muhataplarımızın kimliği, tiyneti, neyin peşinde oldukları bu kadar açıkken!
Öyle ya, hunharca saldırıların nezdimizde onaylanmadığını kime anlatmaya çalışıyoruz? Vicdansız olmadığımıza kimi iknaya uğraşıyoruz? 6-8 Ekim vahşetinin mimarlarından Selahattin Demirtaş’ı mı? Yasin Börü’nün katillerini mi? 4 yıldır Suriyeli mazlumları katleden Esed zaliminin dostlarını mı? Her fırsatta Hükümeti Suriye politikasından vazgeçmeye ve Baas rejimiyle barışmaya çağıran ve böylece Suriye’de devam etmekte olan vahşeti arkalayan ‘çok insancıl ve de inanılmaz vicdanlı’ medya dünyasını mı?
İzzeti Nerede Arıyorsunuz?
Özellikle İslami kimlik iddiasına rağmen had safhada kafa karışıklığına duçar olmuş görünenlere sesleniyorum: Ey bazısı bundan hiç hazzetmese de bir genel adlandırma ile İslamcı sıfatıyla anılan kimi ağabeyler, ablalar! Bir türlü safını bulamamış köşe yazarı, gazeteci, dernek ve vakıf temsilcisi kardeşler! Ve ey üniversitelerde sol hegamonik atmosferin gölgesi üzerlerine düşmüş öykünmeci gençler!
Gezi’de kötü bir imtihan verdiniz. Allah’ın aziz kılmadığı kitlelerin ve taleplerin peşinde ve acımanız gerekenleri, ancak acıyabileceklerinizi kendinize rehber, öncü kılıp sürüklendiniz. Müslüman kardeşlerinizin onlarca yıldır ağır bedellerle ördükleri intifada süreçlerini pas geçip, komplocu, taifeci, ödünç tezlerle hareket edip zulmettiniz! Binlerce canın Allah’ın sözünü yüceltmek için feda edildiği Halep’te hiç sızlamayan vicdanınız, şirkin sistemleştirilmeye çalışıldığı Kobani’de harekete geçti. Kolayca peşine takıldığınız şiddet karşıtlığı ve benzeri popüler söylemlerden bir anda çark edişinize, direnişin kutsallığından, savunmanın erdeminden dem vurmaya başlamanıza hayretle şahitlik ettik.
İktidar karşıtlığı adı altında küresel iktidarın tezlerini tekrar etmekte beis görmediniz. Milliyetçiliğin, üstelik de silah zoruyla dayatılan bir milliyetçiliğin manipülatif bir tarzda sevimli kılınması çabalarına teslim oldunuz. Öncesinde olduğu gibi, Kobani olaylarında ve de sonrasında vahşice katledilen Müslümanlara hep gözlerinizi yumdunuz. Yıllarca oy vermenin sisteme entegrasyon anlamına gelip gelmediğini tartıştıktan sonra sözde iktidara ders vermek adına Amerikan beslemelerini seçimlerde desteklemeyi muhalif duruş sandınız. Seçimlerin hemen akabinde zafer coşkusu içindeki çetelerin katlettiği Aytaç Baran’ın kanına muhtemelen oylarınızla katkıda bulunduğunuzu ise görmezden geldiniz. Ve şimdi bir kere daha sizin sempatiyle karşıladığınız, mazlum konumuna oturttuğunuz güruha mensup çeteler savunmasız Müslümanları varoşlardaki yoksul gecekondularında katletmekle meşguller!
Ya siz neyle meşgulsünüz?
Anlayın artık! Rabbiniz ve Müminler toplumundan başkasına hesap vermek zorunda değilsiniz! Hesap sormak yerine, ellerinde Müslümanların kanları bulunanlara meyletmek izzetle bağdaşmaz! Kitabın çağrısına karşı kalpleri katılaşmışları ikna çabanız boşuna olduğu gibi, üstelik de sizi zaafa, kimlik bulanıklığına sürüklemeye yönelik apaçık bir yanlış olacaktır. Zulme bulaşanları, inancınıza ve kimliğinize dost olmayanları veliler edinmeyin, Rabbimiz bunu haram kılmıştır! Ve izzetin yalnızca Allah’ın, Resulünün ve Müminlerin olduğunu asla unutmayın!
RIDVAN KAYA/HAKSÖZ