ABD Başka Adayı Joe Biden’in geçen hafta ortaya çıkan sözleri, bir tür şoke etkisi oluşturdu. Oysa “Erdoğan'a çok farklı bir yaklaşım uygulamalıyız. Muhalif liderleri desteklediğimizi açıkça göstermemiz lazım” diyen Biden, yeni bir şey söylemedi. Sadece malumu ilan etti.
Biden, Demokrat Partili ve Barack Obama döneminin başkan yardımcısıdır. Obama-Hillary Clinton ikilisine eklemlenen üçüncü isimdir. Obama dönemi boyunca, 2009-2017 tarihleri arasında hep görevde kaldı.
Obama-Hillary-Biden üçlüsünü iktidara getiren Amerikan yapısının ana yaklaşımı, “yumuşak gücü” ülkelerin siyasi kontrol ve dönüşümünde en aktif şekilde kullanmaktır.
Yapı, “Her sorun bir fırsattır” anlayışı içinde hareket ediyor. Bunun için önce sahada sorun tespit ediyor. Ardından o sorunla ilgili kitleler üzerinde çalışıyor. O kitlelere çözüm vaat ederek onlarda umut oluşturuyor, böylece onları harekete geçirip “güç” hâline getiriyor. Nihayetinde ABD politikaları ile o kitlelerin sorunlarının çözümü arasında yakınlaşma kurup ABD politikalarına uygulama sahasında “sorun çözme” yönüyle “kutsallık” niteliği kazandırıyor. Bununla politikaları için hem sahada yeterli ve aktif insan kaynağı bulmayı hem politikayı uygulayan ABD memurlarına “insani bir görevi yerine getirme” motivasyonu kazandırmayı hedefliyor. Son kertede yerel unsurların sorunlarını çözme arzusuyla ABD unsurlarının ABD çıkarlarını gerçekleştirme arzusunun buluşmasından azami bir “yumuşak güç” üretip o güçle ABD’yi en az yıpratacak ve ona en çok kazanç sağlayacak şekilde siyasi operasyonlar gerçekleştiriyor.
Yapı, bu bağlamda, azınlık sorunlarını yerelde önemli bir imkân, o unsurları da önemli yerel insan kaynağı olarak değerlendiriyor. ABD politikaları için onlardan azami ölçüde yararlanıyor.
İSLAM DÜNYASINDA “YENİ AZINLIKLAR”
İslam dünyasının tarihi boyunca insan unsuru, Müslim ve Gayrimüslim olmak üzere ikiye ayrılmıştır. İslam devlet nizamı, hâkim unsur Müslümanların iktidarına ve azınlık unsuru gayrimüslimlerin haklarının en geniş bağlamda korunmasına dayanıyor.
Büyük Britanya İmparatorluğu Dönemi’nde emperyalist güçler, İslam dünyasındaki gayrimüslim unsurlardan yararlanmak istediler. Bir yandan gayrimüslimlere baskı yapacak Müslüman yöneticileri desteklediler. Öte yandan gayrimüslimlerde Müslüman iktidarından uzaklaşma arzusu oluşturdular. Buna rağmen, İslam dünyasında gayrimüslim unsurlar, zamanla herhangi bir dış gücün işine çok yaramayacak kadar küçüldüler.
Ne var ki İslam dünyasına geleneksel devletler süreci sonrasında hükmeden Fransız İhtilali zihniyetli milliyetçi yapılar, İslam tarihinde ilk kez etnik unsurları azınlık statüsü konumuna düşürdüler. Böylece İslam dünyasında bir dizi azınlık unsuru ortaya çıktı. Devletler her ne kadar devasa ümmet sürecinin ardından, vatandaşlarından hiçbir topluluğu resmi azınlık kabul etme cesaretinde bulunamadılarsa da hakikatte çok net bir şekilde azınlık politikaları uyguladılar. Rencide edici asimilasyon politikalarına yöneldiler. Vatandaşları arasında kin ve düşmanlık tohumları ektiler. Devletlerinin imkânlarını haksız yere bu yolda tüketirken emperyalist güçlerin imkâna dönüştürebileceği devasa sorunlar ürettiler.
ABD, Sovyetler Birliği’nin ayakta olduğu süreçte genellikle etnik sorunlara duyarsız kaldı. Devletleri elinde tutan hâkim unsurlarla çalışıp etnik azınlıklara gözlerini kapattı. Ama Sovyetlerin yıkılmasından sonra neo-liberal anlayış üzerinden bir tür azınlık politikaları açılımı yaptı. Sovyetlerin yıkılmasından hemen sonra gelen 1993-2001 yılları arasındaki dönemlerin ABD Başkanı Bill Clinton’un dışişleri bakanı bayan Madeleine Albright bu politikaların önemli bir ismiydi. Barack Obama ise o dönemde “çok kimlikli” kökeniyle bu politikalar için çalışan bir entelektüel ve akademisyen olarak öne çıktı.
Obama, 2009’da ABD başkanlığına getirildiğinde yanına kontrol edici güç olarak Joe Biden ve Hillary Cilinton verildi. Üçlünün döneminde ABD, etnik azınlıkları azami ölçüde önemsemekle birlikte politikalarını icra etmede onlarla yetinmeyi yetersiz gördü. Onların yanına yeni Avrupa liberallerinin resmen tanıdığı azınlıkları ABD politikaları için araçsallaştırdı.
ABD ve Kanada’da güçlü fikirdaşları bulunan yeni Avrupa liberallerine göre, dünyadaki geleneksel erkek tahakkümü karşısında kadın; insanın yaradılışından gelen cinsiyet ayrımına karşı, son dönemde “toplumsal cinsiyet” denen cinsiyet sapmaları; toplumlara hükmeden yaygın dini yapılara karşı farklı mezhep unsurları; dindarlığın yaygın olduğu toplumlarda günahkârlar azınlık statüsündeler. Devletler, onlara yönelik pozitif ayrımcılık yapmalılar.
Obama-Biden-Clinton üçlüsü, bu liberal yaklaşımı ABD Demokratlarının yeni azınlık politikası olarak kabul ettiler. Bu bağlamda ABD, onların döneminde bütün dünyada olduğu gibi İslam dünyasında da kadınlarda, farklı cinsiyet eğilimlilerinde; İslam’ın haram saydığı alkol, fuhuş gibi günahlara meyledenlerde, ateistlerde, salınmış bir yaşam tarzını “çağdaş yaşam tarzı” adı altında benimseyen gruplarda, eski komünist ve sosyalistlerde bir azınlık sosyo-psikolojisi ve o çerçevede bir “ortak payda” bilinci oluşturmaya yatırım yaptı. Bu yöndeki eğilimleri tespit edip sivil görünen Soros Vakfı gibi uzantıları üzerinden finanse etti, tanıttı, güçlendirdi.
Bu çerçevede PKK’nin siyasi uzantıları, ilk kez görünür bir şekilde ABD ve uzantıları tarafından desteklendi. ABD’ye yakın Türk basını HDP propagandası yaparken HDP, Kürt meselesinin yanında, kadın ve farklı cinsiyet sapmaları sorunlarını öne çıkardı. Bu yönde Bölgede Soros Vakfı’nın finanse ettiği bir dizi etkinlik gerçekleştirdi.
Kadına şiddet ile ilgili sorunlar elbette vardı. Ama HDP, bundan öte, fuhuş ithamıyla ailesi veya başkaları tarafından katledilen kadınları gündemine taşıdı. Bu tür kişileri, inançları ve davaları için can veren kişiler statüsüne çıkardı, onları kutsadı, “Azize”leştirdi; onlar için görkemli cenaze törenleri düzenledi ve onların adlarını kutsanan şahısların adları gibi parklara verdi. Bu uygulama, “Ortodoks Sosyalist Anlayış”a aykırıydı. Ama HDP, Sosyalizmle bu tür yaklaşımları özdeşleştiren yeni liberal anlayışı geleneksel Sosyalizmin önüne geçirdi. Ortodoks Sosyalist anlayışta ısrar edenler de bunu onayladılar. Zira kendileri de bir azınlık unsuru gibi yeni liberaller tarafından ABD politikaları içine alınmışlar, o politikaların birer unsuru olarak birer Amerikan yapısı hâline getirilmişlerdi.
KADINA ŞİDDET KONUSU VE CHP KONGRESİ
Bütün dünyada kadına yönelik şiddet sorununun var olduğu biliniyor. Ancak bir sorunun mevcudiyeti ile o sorun ile ilgili oluşturulan farkındalık hep paralel olmayabiliyor.
Farkındalık; kimi zaman sorunu örtme, büyütme ve sorunu sorunla ilgili olmayan hedefler için kullanma amacı taşıyor. Dolayısıyla her farkındalık oluşturan; mazlumun yanında sayılmaz. Farkındalık oluşturan kimileri, zalimler hesabına mazlumlar arasında dolaşır.
Kadına yönelik şiddet, bir gelenek veya inanç sorunu değildir. Gelenek ve inançla bağını kesmiş kesimler arasında kadına şiddetin günlük bir vaka olduğunu topluma açık bir penceresi bulunan herkesçe biliniyor.
Gece meyhane dönüşü sonrası saatlerin, kadına ve aynı zamanda çocuklara yönelik şiddetin adeta rutin saatleri olduğunu bilmeyen mi var? Buna karşı kim çıkıp da cami dönüşü saatlerin kadına yönelik şiddet saatleri olduğunu öne sürebilir? Ne yazık ki başlarını kuma gömenler, inanç karşıtı uçlar ile yarım ağızlı Batı hayranı sözde inançlıların laubaliliği arasında bu hakikati kolaylıkla saklayabiliyor.
Kadına yönelik şiddet ile ilgili oluşturulan dış güçler lehine “sahte farkındalık”, her dindarı potansiyel bir şiddet adayı konumuna düşürdü. Bu şeytanca propaganda ile en halim selim dindarın bir anlık öfkesi, dünyanın en büyük suçu kapsamına alınıyor; teşhir ediliyor ve söz konusu kişinin zafiyeti üzerinden bütün dindar kesimler yargılanıyor.
PKK’nin otuz kırk yıldır bölgede yürüttüğü bu propaganda, birkaç yıldır bütün Türkiye’nin gündemi hâline getirildi. Yaşananlara bakıldığında sanki Bölge, bir laboratuvar olarak kullanılıyor, sonra oradaki sonuçlar bütün Türkiye’ye taşınıyor; Türkiye siyasetinin geleceğini etkileyecek bir hacme çıkarılıyor. CHP, bu kapsamda son kongresinde sözü edilen HDP politikalarını olduğu gibi benimsedi.
CHP, aynen HDP gibi başı bağlı bir kadını Parti Meclisi’ne taşıdı. Ama partinin en kritik noktalarına, bütün toplumsal sorunları en katı şekilde İslam karşıtlığı üzerinden değerlendiren kadınları yerleştirdi.
Partinin İstanbul İl Başkanının kimliği biliniyor. İl başkanı, Müslüman toplumların en uzak oldukları haram yiyeceklere bile alışık olup alışkanlıklarını teşhir edecek kadar rahat bir kadın olarak biliniyor. İstanbul Büyük Şehir Belediyesi seçimlerinde Büyük Şehir Başkan adayı, Fatih Çarşamba’nın bile kimi dindarlarını etkilerken o, feminist yapıları, farklı cinsiyet sapması yaşayanları, eski komünist ve sosyalistleri, muhtemel dış desteğin de üst eliyle, “modern yaşam savunucuları” ortak paydasında buluşturup sandığa taşımayı başardı.
CHP, şimdi onun yanına iki kadın daha ekledi. Birine Genel Sekreterlik gibi CHP’nin en önemli konumunu verdi, diğerine Kadın Kolları Başkanlığını. CHP, bu yapısıyla açıkça eşbaşkanlık sistemine geçti.
Genel Sekreterliğe getirilenin babası, bir İskenderun Hıristiyanı… Annesi de Türkiye’de İslamî yaklaşımlara karşı en katı tutumları sergileyen yapılardan Türk Tabipler Birliği’nin bir dönem başkanlığını yaptı. Söz konusu birlik, Türkiye’de hiçbir İslamî yapının varlığına tahammül etmiyor.
İslam dünyasında nice Hıristiyan isim, pek çok Müslüman kökenli isimden daha vicdanlı olabilmiştir. Nice Sol ismin çocukları da farklı duruşlar sergileyebiliyorlar. CHP’nin yeni genel sekreteri o türden değil, konumunu ailesinin siyasette temsili olarak görüyor.
Yeni genel sekreter, 2018’de İlhan Cihaner ile birlikte bir kurultay çağrısında bulundu. Cihaner, savcı olduğu dönemde tarikatların dahi “İslamcı terör örgütü” kabul edilmesi için uğraştı, bu yönde ünlü “Erzincan Soruşturması”nı açtı. Bu yönüyle küreselci İslamofobik yapılarla aynı yerde duruyor, onlara malzeme sağlıyor.
Yeni Genel Sekreter ve Cihaner, o çağrıda Gezi’yi de anıp aynen şu ifadeleri kullandılar:
“-Atatürk devrimleriyle, evrensel sosyal demokrat değerleri günümüz için bütünleştiren yeni bir devrimci siyaseti var etmek görevimiz.
-Partimiz siyasal İslam ve neoliberalizme cepheden karşı çıkmaktan çekinmemeli.
-Cumhuriyet devriminin temel ilkeleri ve sosyal demokrasinin evrensel değerlerinin savunulması, AKP’nin tanımladığı biçimiyle “muhafazakâr hassasiyetler”, “güvenlik”, “millilik”, “konjonktür” gibi gerekçelerle ihmal edilmemeli. Bu değerler tavizsiz biçimde sahiplenilmeli.
-AKP faşizmi karşısında direnen toplumsal muhalefetin bütün ilerici unsurlarını siyasete ve partimize taşıyacak siyasi katılım mekanizmaları, meclisler/forumlar gibi yatay örgütlenme biçimleri kullanılmalı.”
Bu ifadelerin ne anlama geldiği açık!
Partinin Kadın Kolları Başkanlığına getirilen ise Ankara TED Kolejli… HDP’deki bazı kadınlar gibi “burjuvadan” geliyor ama Sol görüşlü! Milletvekili iken HDP’nin kadın kollarının Bölge kadınlarına dayattığı “Biz kimsenin namusu değiliz!” sloganını, kendince tıp terimleriyle Meclis kürsüsüne taşıyacak kadar sınırsız biri.
Joe Biden, başkan seçilir veya seçilmez ama CHP’nin bu kişilerle oluşturduğu gayri resmi eşbaşkanlık sisteminin Türkiye siyasetinde bir karşılığı olacak. CHP’nin farklı sebeplerle İmamoğlu’una oy veren kitlenin “yumuşak gücü” ile bunların oluşturacağı arzulardan gelen “yumuşak gücün” buluşmasının Türkiye siyasetinde oluşturacağı hareketlilik geleceği etkileyecektir.
Bunlara karşı, geleneksel milliyetçi, tutucu, duraksatıcı, bağlayıcı siyaset ve kendisini neo-liberal Müslüman olarak konumlandıran, aksiyonda hantal ve muhafazakâr, toplumsal değerler konusunda ise “ultra çağdaş”, toplumun önüne yeni olumlu projeler koymak yerine toplumu eleştirip aşağılayan yapılar ile çıkılmaz.
Dış güçlerle iç güçlerin buluşmasıyla elleri kolları bağlananlar, gözlerini de kendileri bağlarlarsa endişe duymamak elde değildir.