Tarih boyunca devletler ve dinler, dinî şahsiyetler arasındaki ilişki biçimi her zaman dikkatleri üzerine çekmiştir.
Sadece semavi dinlerde değil, diğer dinlerde de söz konusu ilişki biçimi önemini hiç kaybetmemiştir,
İslam Dini söz konusu olduğunda günümüze kadar bu ilişkinin nasıl seyrettiği tarihin önemli bir bölümünü oluşturur.
Bizim gibi Tevhidî düşünce mensupları her daim dini öncelemişler, dini dikkate almışlar ve dolayısıyla dini temsil edenlerden yana olagelmişlerdir.
Müslüman toplumlarda dinin yerinin neresi olduğunun en kolay göstergesi kesinlikle Cuma hutbeleri olduğu gibi, bunun en somut sembolünün de din adına en yüksek makamı işgal eden şahsiyetler olduğu tartışmasızdır.
Dört Halifeden sonra İslam toplumlarının raydan çıktığını hutbelere müdahalede, ulemayı zapturapt altına almada görüyoruz.
Daha doğrusu diktatörlerin ilk yaptıkları şey saray uleması yetiştirmek veya mevcut ulemayı saraylılaştırmak olmaktadır. Çünkü erdemsizliklerini kamufle etmenin biricik yolu budur.
Gerçi suçu sadece diktatörlere atmak da bir anlamda haksızlık olur. Çünkü diktatörlere yağcılık yapmak için her zaman kuyrukta bekleyen bel'amlar hiç eksik olmamıştır.
Tarih boyunca her iki türlüsünün de sayısız örneklerini görmek çok kolaydır.
Fakat bizim son zamanlarda şahitlik ettiğimiz iki isim bu konuda bütün seleflerini geride bırakmış görünüyor.
Birincisi Mısır Müftüsü Ali Cuma. Müslümanların özgür iradeleriyle iktidara gelen Muhammed Mursi ve arkadaşlarına defalarca idam fetvası vermiştir. Hatta Müslüman Kardeşler mensuplarının tamamının kesinlikle öldürülmesi gerektiğini söylemiş, darbeci firavunların bile ağızları açık kalmıştır.
İkincisi de Kâbe imamı Sudeysi'dir. Onu ilk olarak Kral Selman ve Trump'ı göklere çıkaracak şekilde yağ yakarken görmüş ve Müslümanlar olarak sükûtu hayale uğramıştık.
Son olarak da Veliaht prensi Cuma hutbesinde İslam âleminin son yüz yılın beklenen lideri ve Müslüman şahsiyeti olarak ilan etmesiyle tanıdık.
Cemal Kaşıkçı ve daha bilmediğimiz nice muhaliflerin katili olduğundan kimsenin şüphesinin olmadığı, bundan önce de israil-Amerika-Sisi işbirliğiyle Ümmet coğrafyası için ihanet planının başını çeken bir insanı Kâbe'den böylesine yağlamak cinayetlerin en büyüğüdür.
Kâbe sadece Mekke şehrinin merkezindeki bir cami değil, dünyanın dört bir yanından gelen Müslümanlar tarafından doldurulan Ümmetin Merkezidir. Yani Sudeysi Suud Kralı'nın bir memuru olmadığının şuuruna varmalıdır.
Daha da acı olan, onun ağlaya ağlaya okuduğu ve dünyanın dört bir yanında dinlenen kıraatine artık halel gelmiş, gerçekten kendisine çok çok yazık etmiştir.