Okullar, kısmen açıldı, önümüzdeki hafta bütün sınıflarıyla açılacak. Veli de öğrenci de “Önümüzdeki yıl ne getirecek?” merakında. Haklılar.
Eğitimin amacı, planlanan başarıları sağlamaktır. Ne yazık ki hâlâ bu hedefe ulaşılmış değildir. Yanlış teşhisler ise maalesef güncelliğini koruyor.
Bu konuda Sayın Cumhurbaşkanı da açıkça yanlış bilgilendiriliyor. Başarısızlığın altında neredeyse ana sebep olarak dershaneler gösteriliyor. Oysa son yıllardaki büyük yatırımlara, olumlu adımlara rağmen istenen başarının sağlanmamasının sebeplerinden biri de özel öğretim politikasıdır.
Özel öğretim teşvik ediliyor mu? Ediliyor. Ayda 3 bin lira verebilen, çocuğunu temel lise veya koleje gönderebiliyor. Ama ayda sadece 3 yüz lirası olan Ahmet Efendi, Ayşe Hanım çocuğuna dershane ortamı sağlayamıyor. 5 bin parası olana serbest, 3 yüz lirası olana yasak. Bu, adalet de değil, yararlı da değildir ve öğretimin sorunların temel etkenleri arasındadır.
Sorun ne?
Özel öğretimin Hüseyin Çelik öncesi ve Hüseyin Çelik sonrası vardır. Çelik'in 2003'te bakan olmasından önce, sıkı bir dershane sistemi vardı. Öğretmenler, Milli Eğitim Bakanlığı'ndan istifa ederek çalışabilirdi. Sıkı denetimler sayesinde hem MEB hem dershanede çalışan öğretmen sayılıydı. Onlar da mesleklerinin, öğrenciler ondan yoksun kalmasın, denen en iyi yetişmiş erbaplarındandı. Buna rağmen “Müfettiş geldi” denince saklanmak durumunda kalırlar, bunun için “kaçak öğretmen” diye bilinir ve dershanede hak ettikleri saygıyı görmezler, sık sık “Müfettiş geldi” yanlış ihbarıyla oyuna getirilir, alay konusu yapılırlardı.
Çelik'ten sonra MEB'in denetimleri bitti, okullar, hem MEB hem dershanede çalışan öğretmenlerin öğrenci pazarına dönüştü. Öğrenciyi kapan, dershaneden yüksek ücreti kaptı, daha çok öğrenci için notlar kullanıldı. O “kaçak öğretmenler”in öğrenci bulma yarışı ve öğrencilerle ilişkileri, öğretimi berbat duruma düşürürken öğretmenlik mesleğinin saygınlığını da ayaklar altına aldı.
O dönemde sistemi alt üst eden bir adım daha atıldı, dershanelerin içkili yerlere, eğlence mekânlarına zorunlu 200 metre uzaklığı, 100'e düşürüldü, 100 metre için de dürüst denetimler yapılmadı, her köşe dershane oldu, “merdiven altı dershaneciliği” denen dershanecilik başladı.
Uygulamalardan diğer kurumlar gibi FETÖ'nün kurumları da etkilendi. Bunun üzerine bildiğim kadarıyla Çelik'ten bağımsız olarak devrin politikası doğrultusunda FETÖ kurumlarına ayrımcılık yapıldı. Onlar, sosyal yardımlaşmadan yoksul öğrencilere aktarılan paralarla desteklendi. Bunun yanında devrin tanınmış bakanları, ileri gelenleri çocuklarını FETÖ kurumlarına reklam yapa yapa kaydettiler. Daha önce büyük çocuğunu okuttuğumuz nice tanınmış sima, okuttuğumuz çocuğun başarısına ve “Yapma baba!” uyarısına rağmen “devre/Zaman'a” uyup çocuğunu FETÖ kurumlarına gönderdi.
Neticede olan oldu. Dershaneler kapatıldı. Yerine temel liseler açıldı açılmasına ama Çelik devri uygulamaları devam ediyor. MEB'in öğretmeni ayda ek ders ücreti ile birlikte 4-5 bin lira alırken son sınıfta temel liselere öğrenci kaydırma karşılığında temel liseden dilediği kadar, dilediği ücretle ders koparır. MEB'in okulunda kafasını masaya koyar, “Anlat evladım!” der, temel lisede şov yapar.
Temel liseler onlardan yana zararlarını, altın gibi fakülte mezunu gençleri, asgari ücretle 30-40 saat derse sürerek telafi etmeye çalışırlar. Bir tür derebeyi-köle yapısı…
O genç öğretmenlere yazık… Çocuğu için ucuz ama nitelikli öğretim kurumu bulamayan Ahmet Efendiye, Ayşe Hanıma yazık… Ülkenin geleceğine yazık…
“Kaçak öğretmen”le verimli öğretim yapılamaz. Büyük başarılar elde edilemez.