Kürt halkı jitem ve karanlık güçlerin tehdit ve şantajından, evlerini ve barklarını bırakıp göç etmek zorunda kaldı. Binlerce köyün boşalttırılması sonucu yüzbinlerce aile yakın il ve ilçelere, yabancısı olduğu, kendisini her türlü tehlikenin beklediği batı metropollerine sığınmak zorunda kaldı. Metropollerde özünü, dinini, dilini, her türlü değerini yitiren sahipsiz garip bir nesil yetişti. Bir evde, yerine göre kiralanan bir dükkânda birkaç aile; bir okul binasında bazen bir-iki köy halkının ikamet etmek zorunda kaldı.
Zorunlu iskân yasalarının sonucu âlimlerimizin, kanaat önderi ve liderlerimizin aileleriyle birlikte süngülü askerlerin nezaretinde batı illerine perişan bir şekilde sürgünlerinin hikâyelerini yaşlılarımızdan duymuş, tarih ve gazete sayfalarında okumuş, fotolarına hazin bir şekilde bakmıştık.
Suriye'de Esad ve Işid zulmünden, Irak'ta Saddam zulmünden kaçarak tel örgülü, mayın tarlalı sınırlara kaçtılar. Daha onurlu bir hayat için birkaç günlük bebeleriyle Akdeniz'in soğuk ve çılgın sularıyla boğuşan, cesetleri sahillere vuran minik Aylanları gördük. Ne acıdır ki kıyıya vuran Aylanları görmeye devam ediyoruz…
Bir süredir batıya göçlerin olmadığı, tersine şehirlerden köylere göçün olduğu, bir nebze de olsa barış ve huzurun teneffüs edildiği Botan'ın, Amed'in acıyla yoğrulmuş halkı, Ulu Cami, Kurşunlu Cami ve Hazreti Süleyman Türbesinin komşuları tekrar yollara revan oldular. 90'lardan sonraki en büyük göç dalgası tekrar başladı. Kürt halkı; ölümden, bombalardan, mayınlardan, hendek ve barikatlardan kaçarak evlerini, barklarını ekmek kapısı işyerlerini artlarında bıraktılar.
Ama bu sefer durum farklı. Kaçtıkları, Esed, Saddam veya jitem değil… Kendisi için, özgürlüğü için, huzur ve refahı için, Kürt halkının geleceğini inşa için savaştığını iddia eden bir örgütten, PKk-Ydgh'den…
Silvan, Sur, Silopi, Cizre gibi ilçelerde ‘özyönetim' ilan edildi. Sözde bu özyönetimleri korumak için de özellikle fakir Kürt halkının yaşadığı sokaklara patlayıcı yerleştirildi, hendekler kazıldı, barikatlar kuruldu. Gelen asker ve polislere karşı bu patlayıcılar infilak ettirildi. Yerine göre polis, yerine göre çocuk, kadın ve sivil insanlar parçalanarak katledildi. Atılan roket ve mermiler gah askere gah hastaneye, gah masum insanların oturduğu evlere isabet etti. Ölüm, ailece yemek yerken, uyurken, buldu insanları. En acımasız savaşlarda bile okullar ve mabetlere saldırılmazken, hastaneler ve sağlık çalışanlarına dokunulmazken ‘özyönetim' ilan edilen yerlerde camiler yakıldı, sağlık çalışanları rehin alındı, hastane ve ambulanslar tarandı, roketlendi. Şehirler savaş alanına döndü. Olağanüstü hal ve darbe döneminde görülmeyen uzun süreli sokağa çıkma yasakları ilan edildi. Yasak; saatler, günler değil, haftalarca sürüyor. Ve bunu da utanmadan ‘özyönetim, devrimci halk savaşı, serhıldan, Kürt halkının kurtuluşu' diye yutturmaya çalışıyorlar. Tıpkı Amerika'nın Afganistan, Irak ve diğer Müslüman halkları katliam ve işgallerle özgürleştirme safsatası gibi.
Ne tarih ne de günümüz zulümle abat olunana şahit olmamıştır. Halka rağmen hiçbir yönetim ve yönetici ayakta kalamamış, eşkıya dünyaya hükümdar olamamıştır. Bu zulüm de devam etmez. Şu ana kadar Kürt halkının mağduriyeti üzerinden kendisine meşruiyet kazandırmaya çalışan Pkk, artık mağduriyetin birinci sebebidir. Nerde ‘özyönetim' barikat, hendek varsa orada ölüm var, zulüm var, göç var, sefalet var, okulların camilerin yıkılması-yakılması var. Dışardan sırtını sıvazlayan emperyalistlerle, içerden kendisini pohpohlayan işbirlikçilerle hendek siyasetinin Kürt halkına bir faydası olamaz ve bu durum sürdürülemez. Pkk-ydgh bunun hesabını halka ve hakka verecektir tıpkı diğer selefleri gibi…