Ölüm bütün yaratılmışların ortak kaderidir. Her nefis ölümü tadacaktır. İnsanoğlu ölümden kaçışın mümkün olmadığını bildiği halde ondan köşe bucak kaçar durur. Ecelden kaçış bir fayda sağlar mı, hayır. ‘Korkunun ecele faydası yoktur’ Ölümün hak olduğunu söylediğimiz halde ondan kaçmaya da devam ederiz. Ayaklarımızla ölüme taraf yürürken, başımızı hep yürüdüğümüz istikametin tersine çevirir gözlerimizle o tarafa bakarız. Ta ki bir sabah vakti, belki gece yarısı veya fani dünya için kurduğumuz bir planı gerçekleştirmenin peşinde koşarken ecelin kazdığı kuyuya düşene kadar...
Ölüm korkusunu unutmak için insanlar değişik tepkiler ortaya koyarlar. Dünya hayatına ebediymiş gibi sarılıp bağlanmak bu tepkilerin başında gelir. Denize düşenin yılana sarılması durumunu yaşar insan. Ateizm, deizm vb. inançsızlıklar da ölüm korkusundan kaçışın bir sonucu olamaz mı? Bu ve benzer soruların cevaplarını başka bir yazıya bırakalım ve Hz. Mevlana’nın Mesnevi’de anlattığı ölümden kaçışın temsili hikayesine bakalım:
“Saf bir kişi, bir kuşluk vakti, koşa koşa Hz. Süleyman’ın adalet sarayına sığındı.
Yüzü gamdan, korkudan sararmış, iki dudağı mosmor kesilmişti. Hz. Süleyman, ona;
‘Efendi! Sana ne oldu?’ diye sordu.
Adam; ‘Azrâil, bana öyle öfkeli, öyle kin güder bir gözle baktı ki…’ dedi.
Hz. Süleyman; ‘Peki,’ dedi. ‘Sen şimdi benden ne istiyorsun? Onu söyle!’ Adam: ‘Ey canları koruyan büyük varlık! Rüzgâra emret de…
Beni buradan Hindistan’a götürsün; belki kulunuz, oraya gidince canını kurtarmış olur.’
Hz. Süleyman rüzgâra emretti. Rüzgâr da o adamı aldı, hemen deniz üstünden uçurarak Hindistan’ın iç taraflarında bir yere götürdü.
Ertesi gün divan kurulmuştu. Herkes Süleyman’ın huzuruna gelmişti. Hz. Süleyman
Azrâil’e dedi ki:
‘Senin korkundan gelip bana sığınan, o Müslümana, onu canından, malından, evinden, barkından ayırmak, avare etmek için mi öyle öfkeli baktın?’
Azrâil dedi ki: ‘Ben ona öfkeli bakmadım. Ben onu yol üstünde gördüm de, şaşırdım kaldım, bu sebeple ona şaşkın şaşkın baktım.
Çünkü Cenâb-ı Hak bana ‘Onun canını bugün Hindistan’da al!’ diye buyurmuştu.
Şaşırdım da kendi kendime dedim ki: ‘Bu adamın yüzlerce kanadı bile olsa, onun bugün Hindistan’a varabilmesi çok uzak, çok zor.’’
Ey yoksulluktan, ilahi takdirden korkan ve ihtiraslarına kapılan kişi; sen, bütün dünya işlerini buna kıyas et, gözünü aç da, hakikati gör.
Kimden kaçıyoruz? Kendimizden mi? Ne de olmayacak şey! Kimden neyi kapıyoruz?
Neyi kaçırıyoruz?
Allah’tan mı? Ne büyük günah…”