Araştırmacı-Yazar Demet Tezcan Hanımefendi ile gidip gördüğü mağdur İslam beldelerindeki ve günümüz toplumundaki ‘kadın ve mücadele` algısı üzerine söyleşi yaptık. Zulmün ve mazlumiyetin, (canlı bir tanıkça) dile getirilen bu boyutları inanıyoruz ki; sizlere de &`;Boynuzsuz koyunun boynuzlu koyundan hesap soracağı günde bu kadın-lar-la beni karşılaştırma Ya Rabbi” dedirtecek…
Sizleri söyleşimizle baş başa bırakıyoruz…
KADIN, SON TANIM VE KONUMUNU YÜCE KİTABIMIZ KUR’AN-I KERİM İLE BULMUŞTUR
Demet Hanım… Dilerseniz, öncelikle ‘kadın’ın kimliği üzerinde duralım. Evvelce ‘insan’ bile sayılmayan kadının, bu kimliği kazanması nasıl olmuştur?
Aslında insanoğlunun yaratılış serüvenine, kültürlere, medeniyetlere uzanan bir soru bu. Her dönemde toplumlar, kültürler şekillenirken ayırt edici olan kadın kimliği üzerinden konumlanmaya girişilmiş. Çeşitli din ve kültürler kadının yaratılıştan olan haklarını-varlığını yok sayarken kadın, son tanım ve konumunu Yüce kitabımız Kur’an-ı Kerim ile bulmuştur. Kadının kimliğini yüce kitabımız ve yüce kitabımıza asla ters düşmesi mümkün olmayacak olan Peygamberimiz aleyhisselatu vesselamın uygulaması belirlemiş. Yüce Rabbimiz, mümin kadınları ve mümin erkekleri birbirlerinin velisi kılmış. Üstünlüğün cinsiyetle değil ancak takva ile olacağını bildirilmiş. Peygamber Efendimizin eşleri, kızları, sahabe eşleri Peygamberimizin ailesine davranış biçimi ise model oluşturmuş. Tanım ve konumlama mükemmelken burada asıl mesele bunun hayata geçmesi, kalıcı olması, uygulaması. Yani kazanılmış olanın din adına yapılan yorumlarla tahrif edilmemesi.
HERKES YALNIZ ÖLÜP, HESABINI YALNIZ VERECEK
Varlığını, kendisini yaratanın nezdindeki konumunu özümseyen kadının; önceliklerini ve ‘davet yolu’ndaki adımlarını nasıl sıralayabiliriz?
Hiç kimse öldüğünde Allah’ın huzurunda vereceği hesabı falancanın kızı veya karısı-annesi olarak vermeyecek. Falancanın eşi, annesi ya da kızı olmanız; sizi kul olarak almanız gereken sorumluluklardan muaf tutmayacak. Onun içindir ki kul olarak benim vazifem, benim yapmam gereken yaratıcının yüce kitabında “müminler” hitabının muhatabı olarak;‘benim üzerime düşenler nelerdir’ diye düşünüp eyleme geçilmesi gerekiyor.
Öncelikleri ve davet yolundaki adım için Hz. Hatice en güzel örnektir. Onun hayatına baktığınızda ticaretle uğraşıyor olması anneliğinden bir şey eksiltmiyor. Yine kadın olması Peygamberimizin ardında dağ gibi durmasından, Ona her durumda dava arkadaşı olmasından geri bırakmıyor. Bilakis Peygamberimiz aleyhisselatu vesselam en büyük gücü onunla yaptığı istişare ve dayanışmada buluyor. Peygamber Efendimiz vahiyle karşılaştığında; Onu içinde bulunduğu kaygı ve endişeden Onu tasdik ederek Hz. Hatice validemiz çıkarıyor.
İslam tarihine baktığınızda vahyin en yakın şahidleri olan kadınlar ticaret alanında, savaş meydanında, evde, mescidde erkeklerinin olduğu her yerdeler. Hangi önderin, hangi liderin, mücahidin, şehidin; eşi, kızı olursanız olun kul olarak vahye uygun, sizin ortaya koymadığınız bir duruş, emek yoksa eşiniz, kardeşiniz, oğlunuz hangi konumda olursa olsun onun mücadelesi ile cennete giremiyorsunuz. Herkes yalnız ölüp, hesabını yalnız verecek. Sevgili Peygamberimiz aleyhisselatu vesselam; kızı Fatıma’yı bu konuda bizzat uyarıyor, ahirette Fatıma’nın babası olmasının Fatıma’ya bir fayda sağlamayacağını beyan ediyor. Tıpkı Nuh aleyhisselamın oğluna, Lut aleyhisselamın karısına, faydası olamadığının bildirildiği gibi.
Yaşadığı çağın dışında kalmadan toplum içinde üzerine düşen sorumluğun idrakinde konumlanması gerekiyor kadının. İslam’ın kriterlerinin, öğretilerinin; salt erkeği ya da kadını değil “kul” olarak her iki cinsi ilgilendirdiğini, her iki cinsin toplumsal gerçekliğini oluşturduğunu unutmamak gerekiyor. Tam burada “birbirlerinin velisi” tanımlamasına uygun konumlanması ne kadının ne de erkeğin fıtri olanı kimliklerini göz ardı etmeden ama sadece anne, sadece eş değil “sadece ve sadece vahyin muhatabı bir kul” olarak adımı atması gerekiyor. Aileden topluma, hayatın her alanında hep birlikte bir davet metodu uygulamaya koymak gerekiyor.
KADINLAR, KARAR ALAN DEĞİL, ALINAN KARARLARI UYGULAMAKTA
Ülkemizdeki STK’lara ve çalışmalarına baktığımızda, kadın; kimliği ve uğraşısıyla olması gereken yerde mi, değilse, nasıl bir yol izlemeli?
Seküler alanı ve bu alandaki STK’ları bu değerlendirmenin dışında tutarak cevaplayacak olursak: Yıllar yılı çeşitli alanlarda kadın çalışmaları yapmış biri olarak şunları söyleyebilirim. Toplumun yarısını kadınlar oluşturmasına rağmen Sivil toplum örgütlerinde kadınlar, toplum içerisinde i nüfus dengelerine göre yeterli derecede bu çalışmalarda yer almıyorlar. Yine toplumun yarısını kadın oluşturmasına rağmen, sivil toplum örgütlerinde ne istişare alanında ne de karar mekanizmalarının içinde değiller. Ağırlıklı olarak STK’larda karar mekanizmalarında erkekler var. Çoğunlukla da gerek kadınların gerekse çocukların çalışma, eğitim, kültürel tüm faaliyetlerini bile önce kadrolardaki erkekler belirliyor, sonra STK’nın kadınları bunları uygulamaya koyuyor. Çoğunluk uygulamanın yöntemi de takvimi de kadınlar belirlemiyor. Onlar sadece hayata geçirme kısmında aktiftirler. En basitinden yüzde doksan kadın emeğine dayanan bir kermes çalışmasının bile çoğunluk kurumlardaki erkekler tarafından kararı alınır, startı verilir ve kadınlar hayata geçirir. Eğitim çalışmaları kültürel faaliyetlerin tümünde kadınlar karar alanın değil, uygulama kısmında devreye girer.
Peygamber Efendimiz:“Kadınlarla yapacağınız işlerde kendileriyle istişare edin” buyururken bugün kurumlarda kadınlar genellikle alınmış olan kararlara tabi olma konumundalar. Kadın çalışmalarının olduğu kurumlarda da kadınların aldığı kararlar, erkeklerin onayından geçtikten sonra uygulamaya girer. Daha önce bir röportajımda da söylemiştim; yurt içinde çok sayıda STK’nın çalışmasına kadınların şikâyetlerine tanıklık ettim. Öyle yerler var ki kimi bölgeler de kadının yıl içinde yapabileceği sayısız faaliyet varken neredeyse “yapılması gereken bir şey olsa idi biz düşünür, size de tebliğ ederdik” mantığı ile engeller çıkarılıyor. Kadınlarla birlikte çalışma konusunda bu anlattıklarımızın elbette istisnaları var ve bu istisnaların genele yayılması temennimiz.
İŞGAL ALTINDA YAŞAYAN BİLİNÇLİ KADINLARI HER ŞEYE RAĞMEN DAHA ŞANSLI
Gidip gördüğünüz kadarıyla işgal beldelerinde kadınların mücadele ve yaşam hayatlarındaki gözlemlerinizi paylaşır mısınız?
Şüphesiz savaşın, işgalin, sömürgenin getirdiği ölüm, sakatlanma, yoksulluk, evinden yurdundan olma halini en ağır şekliyle kadın yaşıyor. Kadın cephe gerisindeki bir savaşın içinde hayat memat mücadelesi veriyor. Bu durum dünyanın her yerinde, her kültürde böyle! Bu bölgelere buradan baktığımızda dul kadınları, çocukları, katledilen, evi gasp edilen, sürgünü, yoksulluğu,yoksunluğu yaşayan kadınları görüyoruz. Acı, hüzün, çaresizliğin fotoğrafını. Bu ilk bakışta dışarıdan görülen fotoğraf! Bir de içerden görülen kısmı var bu fotoğrafların.
Hayatı oldukları yerde yaşanılır kılma mücadelesini görüyorsunuz. Belki rahat ortamlardaki kadınlardan-annelerden daha dinamik, kendisinin de çocuğunun da eğitimi için mücadelede eden, işgalin etkilerini derinden yaşayan hemcinslerini özellikle eşini kaybeden yetimlerine hem anne hem baba olmak durumunda olan kadınlar için örgütlü mücadele çalışmaları maddi yardımdan mesleki eğitime, Kur’an eğitiminden kültürel faaliyetlere kadar pek çok çalışmanın yapıldığı dernekler kuruyor, yetimler, için fon oluşturuyor, yetim annelerini üretime katarak el emeklerini bu dernekler vasıtası ile pazar buluyor.
Çocuklarının dini eğitimini, barakalarda ya da çadırda her nerede ve hangi şartlar altında yaşıyor olursa olsun düzenli bir şekilde vermek için gayret sarf ediyor ve şuurlu bir nesil yetiştirmeye çalışıyorlar. Hâsılı işgalin getirdiği her türlü yıkımdan başları dik, en az zararla çıkmaya çalışıyorlar. Hayatları salt yas ve kederden ibaret değil. Her şeyden önce acıları ile baş etmeyi öğrenmişler. Dünya hayatını gelip geçici, esas olanın ahretiniz olduğunu düşünüyorsanız kim kimden daha talihsiz, başka pencereden bakmak mümkün! Kimi zaman aşırı rahat dengeyi kaybetmemize, çözülmeye, gevşemeye sebep olabiliyor. Bazen rahat ve refahın içindeki Müslüman kadın ve yetiştirdikleri çocukların hayatlarına bakıp işgal altında yaşayan bilinçli kadınları her şeye rağmen daha şanslı görüyorsunuz.
Peki, Bilhassa Afrika’daki kadınların mağduriyetleri müşahede eden biri olarak; buralardaki durum sizi bir anne olarak nasıl etkiledi?
Şöyle söyleyeyim, bu soruya cevap vermek için zihnim hızla akışa geçti, anneler, çocuklar, annelik, kadınlık hallerimiz, çocuklarımız… Hayatları, hayatlarımız… Defalarca cümle kurdum, uygun kelimeleri aradım telaşla ve defalarca kurduğum cümleyi yetersiz bulup vazgeçtim cevaplamaktan.
Ülke dışında gittiğiniz bu mazlum ve mağdur beldelerde sizi etkileyen birkaç anınızdan bahsedebilir misiniz?
Uzunca bir süre yüreğinize bıçak gibi saplanıp kalan ve sancısını en derinden hissedeceğiniz yetimhanelerdeki yetim çocukların sevgiye şefkate olan açlıkları. Savaşın yüreğinizi yorgun düşüren tahribatı ve evleri, eşleri, çocukları, kadınlık onurları ellerinden alınan savaşın kadınları…
Örnekler o kadar çok ki, kucağınızdan inmek istemeyen bir yetim çocuk, elbise dağıtımında koşup belinize sarılan ve giydirdiğiniz tüm o süre içerisinde parmağınızı bırakmayan yoksul çocuk, acıyla, sitemle elini çenesine dayayıp tüm yakınları katledilen ve “Ben yalnızım bu dünyada şimdi” diyen savaşın kadını… Boynuzsuz koyunun, boynuzlu koyundan hesap soracağı günde bu kadınla beni karşılaştırma YaRabbi, diye korkuyla duaya durduğunuz Afrika’nın kara yağızlı, kara yazgılı kadını… Hangisini anlatmaya kalksam bir ötekine haksızlık etmiş olurum o yüzden tek tek örnek veremiyorum. Affola!
Nisanur Dergisi olarak, bize zaman ayırdığınız için teşekkür ederiz…
Demet Tezcan Kimdir?
Yazı hayatına Mektup dergisinde başladı. Akit, Vakit ve Özgün Duruş gazetelerinde köşe yazarlığı yaptı. Nida ve Polen dergilerinde yazdı. İHH İnsani Yardım Vakfı Kadın Kolları Koordinatörlüğü görevinde bulundu.
Halen Milat Gazetede köşe yazarı. MAZLUM-DER İstanbul Şube Genel Koordinatölüğü görevini sürdürüyor. Kayserili. Evli ve üç çocuk annesi.
Çıkan Kitapları:
“Bir Çığır Öyküsüdür ŞuleYüksel Şenler” (Biyografi)
“Anne ÜşürümYokluğunda” (Anı)
“Yola düşünce” (Seyahatname)
Röportaj: Elif Yüksek - Nisanur Dergisi