Bismihi Teâla
Cinnetleşen gidişata kadı ne yapsın?! Acımasız, vahşi duygularla işlenen cinayetler aleni şekilde gün geçmiyor ki boy boy ekranlara yansımasın! Tetiğe basmak, bıçakla deşmek ne kadar da kolay bir hal almış günümüz modern insanınca… Sadist refleksler mazoşist tutumlarla perçinleşince orantısız, ölçüsüz, arsızca işlenen cinayetleri müşahede ediyoruz… Dıştan ilk anda bu cinayetler karşısında duygusal bir tutum gösterilse de çözüm üretme noktasında bir arpa yol gidilememekte!.. Eskiden bu tür hadiseler yaşanmıyor muydu diye bir itiraz gelse de, günümüz gibi aşikâr ve rahat bir şekilde işlenmediği ortada. Şer her daim şerdir. Fakat günümüzde zevkçe diğer deyişle haz alırcasına cinayetler işleniyor... Yani patlamaya hazır potansiyel şiddet tehlikesiyle karşı karşıyayız bugün.
Elbette teknolojinin marifetiyle bu gün ağaçtan bir yaprak da dökülse ekranlara yansıyabiliyor. Açık deyişle ‘vurdum gitti, kahrolası gizlice’ kalması artık zor… Başka deyişle artık cinayetler video kameralarına teşhir olurcasına yansıyabiliyor. Ölmek istemeyen bir annenin çığlığı, "anne lütfen ölme çığlıkları" arasında işlenen cinayet halen hafızalarımızda… Minik çocuğun feryadı bizde derin sarsıntı ve travmalara neden oldu. Ama unutkanız bir süre sonra unutuveriyoruz… Her cinayette kamuoyunun yüreği sızlar, belli bir süre sonra kınan şeyin faili olmuş gibi bir çarpıkla karşılaşıyoruz.
Önceleri "töre cinayeti", "aşk cinayeti" gibi örtük söylemlerle bu tür öldürmeler kamufle edilirdi ya da bu tür hadiselere karşı algı operasyonları güdülürdü. Bugün kadın cinayetlerinin ekserinin temel sebebi parçalanmış ailelerinin yol açtığı tahribatlar ve parçalanma eşiğine gelen ailelerden südur ediliyor olmasıdır. İstatistiki bilgilere göre kadın cinayetlerinin en yoğunluklu olduğu bölge; nüfusun ve sanayinin ağırlıkta olduğu Marmara bölgesi ardından Akdeniz… diye liste uzayıp gider. Cinayetlerin en az olduğu bölgeler Doğu bölgeleri.
İşin ilginç yanı cinayetlerin giderek artış göstermesidir. "Kadın cinayetlerini biz durduracağız platformu" tarafından açıklanan verilere göre 2012 yılında 201 kadın cinayete kurban giderken 2018 yılı itibariyle 440 kurbanla 2 katına çıkmış. Yani tehlike büyük, aile kurumunun akıbeti iyiye alamet değil. Batı patentli "İstanbul Sözleşmesi" Aile kurumunun altına konulmuş dinamit işlevini görüyor.
İstenmeyen bu cinayetler vuku bulduğunda sonuca kilitlenip kalıyoruz. Bu sonuçları doğuran sebepleri tartışmaktan kaçınıyoruz ya da politik süreçle yüzleşmek istemiyoruz. Yapay ve suni tepkilerle kendimizi tatmin etmeye çalışıyoruz. Oysa kalcı ve etkili çözümler sahiden yok mudur?..
Şu hususlar yabana atılmamalı:
BİR: AB uyum yasaları çerçevesinde batının dayattığı; başta İstanbul sözleşmesi olmak üzere batıya değil bataklığa gidersiniz!
İKİ: "Biz emanet değiliz, kimsenin namusu değiliz, istediğimiz gibi yaşarız kimsenin karışmaya hakkı yok" üst aklın ifsatlarıyla kadın cinnetini yaşatır.
ÜÇ: "Kadın için en tehlikeli yer evidir" ilkesi bitişmiş milletlerin bize dayattığı ve iğrenç yüzünü gösterdiği şamataya dikkat!
DÖRT: Her kadın cinayetinde nemalanan feminist, LGBT-İ refleksleri, yaygaralarıyla yangına körükle gitmektir.
BEŞ: Her cinayetin arkasında bit yeniği arayan aziz İslam’ın "İ" sine tahammül etmeyen müptezel züppelerin yüzleri yok ki kızarsın!!!
…
Kadına şefkat, merhamet, himaye ancak aziz İslam’ın değerleriyle gösterilir. Emanet duygusuyla eman verilip; sadakatle sadık kalınabilir.
Ailesiz, evsiz, barksız zihniyetler sözde kadın hakları savunucuları, aile gibi köklü bir kuruma ilişkin sudur eden davalara deva olamazlar. Zira ne idüğü belirsiz zihniyetlere bırakılmayacak kadar mühim olan bu kurum manevi reçetelerden yoksun bir şekilde inşası mümkün görülmemektedir. Yoksa başka şekil, cinnetler daha çok cinayetlere gebe kalacaktır!..
Kalın sağlıcakla…