“Huzur ve barış ortamının sağlanması, manevi ve ahlaki değerlerle donatılmış bireylerin yetişmesi ile mümkündür. İnsanlığın ilk öğretmeni annedir. Toplumu yetiştiren kadındır. Kadının hak ettiği yerde olması, en asli vazifesini yerine getirebilmesi Sosyal Politikalarımızın esaslarıdır.” (Hüda-par )
Toplumumuz; Medya, Ekonomi, Eğitim Sistemi gibi kurumlar ayağıyla fıtratlarına ve yaradılış amaçlarına aykırı bir şekilde yönlendirilmektedir. İnsan, hazlarının esiri yapılıp, o yüce makamdan düşürülmek için seküler bir hayat yaşamaya teşvik edilmekte, hızla sorumluluk bilincinden uzaklaştırılmaktadır.
Ailenin kilit anahtarı konumunda olan ve Kur’an’da “huzur kaynağı” olarak tarif edilen kadını etkisi altına alan yasalar ve sistemler, onu eşine ve çocuklarına huzur kaynağı olmaktan uzaklaştırıp, erkekleştirmeye çalışmaktadır. Kadın için yapılan çalışmalar, ondan en asli vazifesi olan anneliği çalıp, nesillerin heba olmasından başka bir şeye yaramamıştır. Bunun en bariz örneği de evden kaçıp sokakta yaşamayı tercih eden çocuklardır. İstatistiklere göre Ülkemizde tam 14 bin çocuk sokakta yaşamayı tercih etmektedir. Bu duruma boşanma rakamları da eklenince ailenin sistematik bir şekilde sürüklenmeye çalışıldığı durum bariz bir şekilde ortaya çıkmaktadır.
Yapılan araştırmalara göre çocuğunu eğitme noktasında100 öğretmen gücüne sahip olan kadın tüm nesillerin ana damarıdır. Kadının bilinçaltına anneliği küçümseyici, çocuğunu yük görücü bilgileri verilmekte ve Devlet eliyle kadın hiç ihtiyacı yokken bile çalışma ortamlarına özendirilmektedir. Çalışmayan kadının dahi beyni işgal edilerek evlatlar şefkatsiz, ilgisiz ve eğitimsiz yetişmektedir. Sadece bir kesimden olanların değil İslami hassasiyeti olan kadınların da sorumluluk bilinci çalınmış durumdadır. Anneliğini kahırla, kendini zulüm altında hissederek yapma, çocuğunu en çok ilgiye ihtiyacı olduğu bir zamanda sadece ne yedirip giydireceğinin hesabını yapıp ilgiden yoksun yetiştirme, her olumsuzluğunda ve hastalandığında ondan yaka çırpma, birisini görünce çocuğundan yana şikayetçi olma hastalığı onları da sarmış durumdadır.
Geçenlerde yaptığım bir yolculuk esnasında benimle aynı hizada oturan bir bayanın yaklaşık 7-8 aylık olan kızı hiç durmadan ağlamaya başladı. Hiç kimse onu susturamıyordu. Çocuk ağlamaktan kan ter içinde kalmıştı. Herkes sesten rahatsız olduğunu fark eden anne sadece ona sık sık “sus artık sus” diyordu. Az kalsın kahrından onu elinden fırlatacaktı. Çocuk hiç hız kesmeden ağlamaya devam edince yardım etmek amacı ile koltuğumdan kalkıp yanlarına gittim ve çocuğun derdini sordum. Annesi uykusu geldiğinden dolayı hırçınlaşmış olabileceğini söyleyince ona çocuğun ilgisini başka şeylere çekmeye ve onunla sohbet etmeye çalışmasını söyledim. Anne onunla konuşmaya ve yoldaki şeyleri göstermeye başlayınca çocuk anında sustu. Tek isteği ilgiydi, kale alınmaktı. Uyku ise bahaneydi. Anne konuşup bir şeyler gösterirken o hırçın çocuk yavaş yavaş dalıverdi. Yolculuk boyunca her uyandığında bize dönüp parmağı ile bir şeyler söylemeye çalışıyordu.
Anneler rahatlarının peşine düştüler düşeli çocuklarının sadece susmasını, uyumasını, yemesini, üstünü hiç kirletmemesini, gece hiç uyanmamasını, kendisini hiçbir şekilde rahatsız etmemesini istiyorlar ve evlatlarını bir birey olarak görmüyorlar.
Bir kadının yapacağı hiçbir iş, çocuğunu anlamaya çalışmasından, onu eğitmesinden, şefkati ile beslemesinden daha önemli değildir.
Karı- koca merhalesinden anne-baba merhalesine geçen eşler, aile içi sorumlulukları ve vazifeleri noktasında yükleri eşit olsa da vazife ve görevleri farklıdır.
Anne sevginin ve şefkatin, baba ise otoritenin temsilcisidir. Bu rollerin değişmesi ailedeki disiplini ortadan kaldırıp, çocuğun ailesi ile olan bağlarını zayıflatacaktır. Karı- koca aile içi rolleri konusunda şaşırtılıp, fıtratlarında hiç olmayan rollere sevk edilmektedir.
Aile ocağının ana ve genel çatısını teşkil eden prensiplerin alt yapısında iki önemli değer mevcuttur. Bunlardan birisi ana rahmi, diğeri ise ana kucağıdır.
Aileler ana rahmi, ana kucağı, aile ocağı konusunda bilinçlendirildikleri taktirde bu durum huzurun, güvenin ve insani değerlerle donatılmış nesillerin teminatı olacaktır.
Ana rahmini bir dershane gibi algılamayan, ana kucağındaki bir eğitimin tüm ana okulları ve kreşlerden daha etkili olduğunu kavrayamayan, aile ocağını da örnek alınacak bir vizyon haline getirmeyen ailelerde huzur ve anlayış mümkün olmayacaktır.
Kadın, gerçek değerini, kimliğini elde edeceği ve kutsal vazifesini nasıl sağlıklı bir şekilde ifa edeceği konusunda Kur’an ve Sünnet ışığında bilgilendirilmelidir. Aksi taktirde ahlaki yozlaşmanın önüne geçilemeyecektir.
Kadını ve aileyi koruma adına yürürlükte olan yasaların toplumumuza verdiği zararın hesabı iyi yapılmalı ve CHP zihniyetli kadınlar yetiştirme projesinden vazgeçilmelidir. Bu yasaların kimi memnun etme adına çıkartıldıklarının hesabı iyi yapılmalıdır. Aileyi ve toplumumuzu mu, yoksa Ülkemizde uygulanması adına ödenek veren ABD’yi mi?