Kâhta'nın ölüm kuyuları

Mustafa KARAKAŞ

Gazeteci olduğunuzda ve memleketinize gittiğinizde şehrinizin sorunları ile ilgili pek çok şikayet alırsınız.

90'lı yıllardan kalma ve bizim ‘köşe' diye tabir ettiğimiz yerde oturduğumuzda tanışık olduğumuz insanların ilk talebi ‘yaz' oluyor.

Misal Kâhta Çayı'nda her yaz döneminde boğulan çocukları yaz diyorlar. Haklılar. Ortalama derinliği 1 metreyi aşmayan bir derede çocuklar nasıl boğulur derseniz cevap “kum ocağı” oluyor.

Derenin kum işletmesinin ihalesini alan firmanın kepçeleri kum çıkarırken derede ölüm saçan çukurlar açıyor ve iyi derecede yüzme bilmeyenler ile küçük çocuklar için kepçenin kum çıkardığı alanlar ölüm kuyusu oluyor. Kepçeler için özel bir alan tahsis edilmiş mi bilmiyorum ama bilinen bir şey var ki ortalama derinliği 1 metre olan Kâhta Çayı'nda her yaz küçük çocuklarımız ölüyor.

Önlem mi? Ne gezer? Kaderinde varmış deyip geçiştiriyorlar.

***

Dedim ya halk sorunlarının bilinmesini istiyor. Misal “hocam biliyor musun geçenlerde Kâhta'da bir genç bonzaiden öldü” dediler. Tüylerim diken diken oldu.

Bizim memlekette, yani 20 yıl önce neredeyse herkesin birbirini tanıdığı, sigara içen küçük çocuğun kulağından herkesin çekebildiği ve “babana söylerim bacaklarını kırar” dediği memlekette… Evet bizim memlekette  artık bonzaiden ölümler başlamış. Ne büyük bir utanç Allah'ım!

Yaz dedi mahallemizin muhtarı! Hocam bu çocuklar sahipsiz kaldılar artık derede boğulmayı da bonzaiden ölmeyi de normal karşılamaya başlamışız.

“Sokaklarda çukurlar var ve Cumhurbaşkanı biz muhtarları külliyeye davet ederken yerel yönetim tek bir defa bizlere danışmıyor” bunları yaz dedi. Haklı.

Zira şehri gezerken “bizim sokak muhaliftir ondan dolayı çukurlar kapatılmıyor” diye düşünüyordum. Meğer yanılıyormuşum zira irili ufaklı her yerde çukurlar var. Sokaklarda kâğıtlar poşetler havada uçuyor. Elbette temizlik konusunda ahali de dikkatli olmalı ama yerel yönetimin çalışmadığı da ortada…

***

Dedim ya bizim “köşe”ye takılıyorum genelde. O yıllarda bizim bakkalımız Muhittin Usta vardı.(Şimdilerde bisikletçi)

Paramız olduğunda bizim kendisine çay/çikolata ısmarladığımız, paramız olmadığında onun bize ısmarladığı Muhittin Usta.

İnsan aynı yolun yoldaşı olunca frekanslar daha kolay uyuşuyor.

O yıllarda sokak lambasının altında Fizilal'den tefsir okurdu Mahmut abi. Şimdilerde 60 yaşını devirdi. Köşede oturur devrim hayalleri kurardık. Ki bir gencin mutlaka hayalleri olmalı. Hatta yel değirmenlerine kafa da tutmalı.

Aradan 20 yıl geçince insan aynı yerde toplanınca bi garip oluyor. Gülümsemeler, hatıralar, geçmişi yâd etmeler…

Evet küçük bir şehirde yaşamanın, dostluk bilincine sahip olmanın tüm avantajlarını yaşadık yaşıyoruz. Peki metropoldeki çocuk nasıl yaşıyor? Tablette, cep telefonunda oyun oynayarak…

20 yıl sonra bir araya geleceği arkadaşları olmadan, anlatacağı hatıralar olmadan…

Hülasa çağımızın çocukları Kâhta Çayı'nda ya da Bonzai deresinde boğuluyor ama oyun nehri de can almıyor mu? Almıyorsa bile hatırası olmayan bir nesil geliyor. Hatırası olmayanın hatırı olur mu? Hiç sanmam!

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.