Gözlerimizin nuru Sevgili Peygamberimiz (sav), müşriklerin sözlü sataşma ve karalamalarına aldırmaksızın Ashabıyla birlikte var gücüyle çalışıyordu. İslam daveti de gün be gün gelişip serpiliyordu. Bu durum müşrikleri çileden çıkarıyor, kin ve nefretlerini ziyadeleştiriyordu. Şimdiye kadar sözlü hakaret ve karalamalar şeklinde olan kampanyalarını fiili saldırıya dönüştürdüler. Bu saldırılarını başta davet önderine yönelik gerçekleştirdiler. Kâinatın Efendisine kırılası ellerini uzattılar. O sevgili zata en çok eziyet edenlerden bazıları şunlardı: Ebu Cehil b. Hişam, Şeybe b. Rebia, Utbe b. Rebia, Ukbe b. Ebi Muayt, Ümeyye b. Halef, Ebu Leheb ve karısı Ümmü Cemil.
Bunlar her fırsatta Allah’ın Resulüne eziyet ediyorlardı. Peygamberimiz (sav), Ebu Leheb ve Ukbe b. Ebi Muayt’a komşuydular. Bu iki adi komşu yapabilecekleri kötülüklerini esirgemiyorlardı. Ebu Leheb, çevrede bulduğu pislikleri Sevgili Peygamberimizin kapısına bırakırdı. Onun eşi Ümmü Cemil de çevreden diken toplar ve Peygamber (sav)’in geçtiği yola atardı. Ebu Leheb, cehennemde odun hamalı olacak bu şerur eşiyle birlikte, yaptıklarından dolayı karşılık bulamayınca eziyetlerinin dozunu da artırıyorlardı. Yeğeni olan Sevgili Peygamberin evini zaman zaman taşa tutar, ev halkını tedirgin ederdi.
Peygamberimiz (sav)’e peygamberlik gelmeden önce, kızı Hz. Ümmü Külsûm, Ebu Leheb’in oğlu Uteybe ile, Hz. Rukiyye de Ebu Leheb’in diğer oğlu Utbe ile nişanlanmış olup, henüz evlenmemiş bulunuyorlardı. Tebbet Sûresi nazil olunca, anneleri olan Ümmü Cemil oğullarına: “Rukiyye ve Ümmü Külsûm dinden çıkmışlardır. Onları boşayın, ayrılın onlardan!” dedi. Bunun üzerine oğlu Uteybe, Sevgili Peygamberin yanına varır, kızlarını boşadığını söyler ve bununla da kalmaz, çirkinliklerini tezahür ederek O yüce zatın yüzüne tükürür. Gözlerimizin nuru mahzun bir eda ile zalimlerden doğma bu zalime şöyle beddua eder:
“Allah’ım! Köpeklerinden bir köpeği onun üzerine sal!” der. Allah (cc) Habibi’nin duasını kabul eder ve Şam yolunda bir aslan Uteybe’ye musallat olur. Kervanın içinden sadece onu parçalar.
Benzer saldırıları Ukbe b. Ebi Muayt de yapmaktan geri durmazdı. Bir keresinde Ebu Cehil, Ukbe’nin de içinde bulunduğu bir toplulukla birlikte Kâbede oturuyordu. Bu esnada Sevgili Peygamber de namaz kılıyordu. Ebu Cehil, Ukbe b. Ebi Muayt ile birlikte çevrede bulunan bir devenin işkembesini getirip secde anında bulunan Hz. Resulullah (sav)’in üzerine atar. O, bu ağırlık altında secdesini bozmadı. Ta ki, sevgili kızı Hz. Fatıma (r.anha) gelir o pislikleri gözyaşları arasında sevgili babasının üzerinden alıp temizler. Bu duruma müşriklerin elebaşları ise katıla katıla gülerler. Kâinatın Efendisi onların yaptıklarına karşılık:
“Ey Allahım! Kureyş’ten şu topluluğu Sana havale ediyorum!” diyerek orada bulunan tüm bedbahtların isimlerini sayarak Allah’a havale eder.
Yine Ukbe b. Ebi Muayt denilen azılı müşrik, namaz esnasında Sevgili Peygambere arkadan yanaşmış ve ridasını toplayıp Onun boynuna dolamıştır. Bu şekilde Kâinatın Efendisini boğmaya çalışırken Hz. Ebubekir çıkıp gelmiş ve Hz. Peygamber’i o zalimin ellerinden kurtarmıştır.
Sevgili Peygamber (sav)’e yönelik saldırılar bununla da kalmamıştı. Yine bir keresinde Ebu Cehil, taşıyabileceği oldukça ağır bir taşı alır ve secde anında Gözlerimizin Nuru Habibullah’ın kafasına vurmak ister; ancak kendisine saldırmak üzere olan bir devi görmesiyle titrer ve taş elinden düşer. Böylece Allah (cc) bir daha Kâinatın Efendisini korumuş ve müşrikleri de zelil kılmıştı.
Allah (cc) tarafından insanlığın kurtuluşu için gönderilen Habib-i Kibriya’ya reva görülen eziyet ve işkencelerin sadece bir kısmını buraya aldık. Şüphesiz Allah (cc) olanların tümünden haberdar idi. O, Nebiy-i Zişan’ını korumaya muktedirdi. Eğer O dileseydi bunların hiçbiri Habibi’nin başına gelmezdi. Ama gönderdiği Peygamberi, insanlığa rehber ve önder olacaktı. Bir beşer olarak onun başına gelenleri ve Onu ne şekilde koruduğunu beşeriyetin idrakine sunuyordu. Nitekim Peygamberini zalimlerin şerrinden korumuş ve Ona va’d ettiği sözünü yerine getirmişti. Mekke’de Peygamber’e eziyet eden müşriklerin elebaşlarını, Peygamber ve Ashabının kılıçlarıyla Bedirde cezalandırmış, onları esfel derekesine gömmüştür.
Mü’minler, Sevgili Peygamber (sav)’e reva görülen bu tabloları iyice okuyup araştırmalıdırlar. Evvel ve ahir bütün günahlardan azade ve kâinatın maliki olan Allah (cc)’ın “Habibim” diye buyurduğu zat’a bu kadar eziyet ve işkencenin neden reva görüldüğünü iyice düşünüp anlamaları gerekir. Bu yüce Peygamber’in şahsında davet ilkeleri adım adım icra olunmuş ki, ondan sonra gelecek olan davetçilerin benzer tablolarla karşılaşmaları durumunda şekva etmemelerini; bilakis hamd ve şükürlerini ziyadeleştirmelerinin gerekliliği sağlanmıştır.
Müşrik ve zalimlerin ne kadar tahammülsüz oldukları tarih boyunca görülmektedir. Her hak davanın davetçisine karşı ilkin istihza, hafife alma, hakaret etme gibi saldırılar yapılır. Davetçiler, saldırganlara karşı sabır ve sebat silahıyla kuşanır ve Allah’a dayanırlarsa; saldırganların propagandaları akim kalır ve zalimler küfürleriyle bocalayıp dururlar.
Onların bunca kitle iletişim araçları aleyhte faaliyet gösterir; ama bunca iftira ve karalamaları davetçilerin lehinde sonuçlar verir. Bu durumu gören zalimler hırçın bir vaziyette fiili saldırılara başlar. Saldırganların ilk hedefi dava önderleri olmuştur. Onların nazarında eğer dava önderlerine eziyet ve meşakkat edilirse onlar davalarından vazgeçer ve onların vazgeçmesiyle de beraberindekilerin dağılması söz konusu olur. Böylece yanlış hesaplarına göre kısa yoldan işi bitirmiş olurlar.
İşte bu zehaba kapılan çağdaş müşrikler, kendi şirk tarihinden hiç ibret almadan atalarının izinden hep yürür dururlar. Hâlbuki onların saldırıları sürdükçe davetçilerin sebatı ve hakka sarılmaları da artmaktadır.
Hiçbir ilahi davanın rehberi, zalimlerin saldırı ve karalamalarına boyun eğmemiş ve teslim olmamıştır. Bilakis önder ve rehberleri olan Sevgili Peygamberlerini örnek almış ve direnişlerine devam etmişlerdir. Bu kararlılığa karşı azgınlaşan zalimler, bazen onların hayatlarına kastetmiş ve mübarek vücutlarını ortadan kaldırmış; ama yine de zalim müşriklerin hesapları tutmamıştır. Şehit olan dava önderlerinin takipçileri bayrağı devr almış ve hak yolda selefleri gibi sebatla direnişe devam etmişlerdir. Çünkü hiçbir ilahi davanın hak rehberi, Rabbine ulaşırken davalarını da beraberlerinde alıp götürmemişlerdir. Tarih hep bu tablolarla doludur.
Hak davanın davetçileri hiçbir saldırıyla sarsılmayacak kadar kuvvetlidirler. Çünkü onlar, Lailahe ilallah Muhammedün Resulullah demekle rablerine söz vermişlerdir. Çünkü onlar, Hz. Muhammed (sav)’in rehberliğinde hak yolda ilerlemektedirler. Çünkü onlar, fani dünya hayatından ziyade ahiret hayatını tercih etmektedirler. Ve onlar “Hasbunellah ve ni’mel vekil, nimel Mevla ve nimel nesir” demekle rablerine dayanmışlardır.
“Şüphesiz Allah va’dinden caymaz.” (Ra’d-31)
KAYNAKLAR
-İslam Tarihi: M.Asım Köksal
-El Esas Fi Sünne: Said Havva
-Fukhu’s Siyre: Dr.M.S. Ramazan El Buti
-İslam Peygamberi: Prof. Dr. M.Hamidullah
-Peygamberimizin Hayatı: İmam Şibli
-Siret-i İbn-i Hişam
-Tarihü-l İslam: İmam Zehebi
-Muhammed Aleyhisselam: İmamüddin Halil
-Hz. Muhammed’in Hayatı: Mustafa Sibai
-Son Peygamber Hz. Muhammed: Prof. Dr. M. E.Zehra