Ömrümün en dinamik olan otuzlu yıllarıydı. Bu günkü hükümet iktidar oldu. Bizlerde büyük bir heyecan yarattı. Halkın yüzyıldır özlem duyduğu ve bütün ezberleri bozan söylem ve eylemlere imza atıyordu. Geçmiş “eski” olmuş ve artık “yeni” ile anılıyorduk. Halkın teveccühüne de mazhar oldu.
Bu gün en büyük problem değişim, dönüşüm ve kazanımların yasalar ile güvence altına alınmamış olması. İktidar hep bir sonraki seçimin kazanmasına havale etti yasal güvenceyi. Tedrici bir yol haritası algısını besledi. Böylelikle bir sonraki seçim, hayati derecede önem arz ediyordu. Halk ta üzerine düşeni yapıyordu.
Ayrıca iktidar bütün iyilikleri hanesine; kötülükleri de her seçim için bulduğu bir “şeytana” yazmada mahirdi. Oysa iktidarlar kötü gidişatın hesabını vermekle mükellefler.
Tabi ki bir çok alandaki devrimsel nitelikteki gelişmeler inkar edilemez. Ancak bu gelişim ve kazanımların çoğu yasal ve anayasal güvenceye alınmayan konjöktürel hamleler olup istendiğinde rahatlıkla geri alınabilecek durumdaydı. Nitekim son yıllarda verilenler tek tek geri alınmaya başlandı bile.
Adalet, hukuk, eğitim, kültür, siyasi, ekonomik ve askeri alanlardaki normalleşme ve gelişmelerimiz bir bir elimizden uçuyor.
Başörtüsünden diğer özgürlük alanlarına değin anayasal güvence altına alınmış bir tek yasa/anayasayı hatırlayanınız var mı? Olası bir iktidar değişikliğinde dindarları “laiklik” cenderesinden kim kurtaracak. Bu gün insanlar, özellikle de Kürtler'in birçoğu babası amcası ve ya dayısı dindar bir Partiye yakın diye güvenlik soruşturmalarında elenip işe alınmıyor. Hayatları karartılıyor. 28 Şubat döneminde bile Hizbullah tutuklularının çocukları/yakınları veya yakalanıp beraat edenler işe alınmada bir engele takılmıyorlardı. Bölgede siyasal bir eğilimi olmayan veya böyle birine akraba olmayan bir vatandaşı bulmak mümkün mü?
Eğitimde teknolojik gelişmeler asla niteliksel bir kazanıma dönüştürülemedi maalesef. Gittikçe büyüyen dev problemler yılgınlığa sebep oluyor. Her dönemin adamı olan adamların her dönemde olduğu gibi bu dönemde de köşe başlarını tutmuş olması ise işin cabası.
Kültürel farklılık ve zenginliğe açılan alanlar yerini “tek”çiliğe bırakmak üzere. Çok renklilik yerini siyah-beyazın kahredici çatışmasına bırakıyor.
Dış siyasette söz ve eylem uyuşmazlığı soru işareti olarak zihinleri hep tedirgin ediyor, ürkütüyor.
İç siyasette ciddi bir ayrışma ve teksesliliğe gidiliyor. Yine her dönemin adamı adamlar her işte olduğu gibi bu meselede de iş başındadırlar ve “işin başında”dırlar. Ağırlıklı olarak Kürd seçmene hitap eden HÜDA PAR ve HDP'yi, ittifakların dışında tutarak derin bir ayrıştırma duygusunu bal/kaymak ile beslediler.
Televizyonlarda konuşmacılar “Kürd meselesi” ifadesini kullanmaktan özellikle imtina ediyorlar. Ağızlarından kaçıranlar da, öncesinden uyarıldıkları, rahatlıkla anlaşılacak derecede ifadelerini düzeltme yoluna gidiyorlar. Zira mesele sadece askeri yöntemlere havale edilmiş maalesef.
Asla olmaz dediğimiz en güçlü zamanımızda darbe yedik. Güç bela atlattık. Etkisi ise kazanımlar geri alınarak devam ediyor. Yine de her kes her an darbe “balyozunu” ensesinde hissediyor. Faraza kendilerine dayanılan askerin içindeki kanatlardan biri öfkelenip taraf değiştirirse o zaman bizi kimse darbeden kurtaramayacak.
En çok güvendiğimiz ekonomimiz de meğer tamamen bir dış operasyonun “tık”ına bağlıymış. Bir “tık” ile bir anda %25 yoksullaştık. El ile gelen yel ile gitti. Tabi içimize bu kadar operasyon yapabilen “dış güçler” bu güçleriyle ya bizi alaşağı ederler ya da “dümeni” istedikleri istikamete çevirirler. Üçüncü seçenek yok gibi.
Otuzlu yıllardaki heyecanım, ellisinde yerini korku ve endişeye mi bırakmış gibi.
Allah sonumuzu hayreyleye.