İnsanoğlunun ve onun oluşturduğu toplum ve milletin yükselmesi, ilerlemesi, saadete erişmesi ve refaha kavuşması için gerekli bütün yollar eğitim ve öğretimden geçer. İnsanoğlu fert olarak, millet ve devlet de toplum olarak buna inanmışlar ve dönemin zaman ve şartlarına göre buna önem vermişler, imkanlarını seferber etmişlerdir.
Bu anlamda İslam Tarihinde ilk eğitim ve öğretim faaliyetlerinin Hz. Peygamber döneminde Mescid-i Nebevi’nin giriş tarafının bu iş için ayrıldığını görmekteyiz. Burada kalarak hem eğitim ve öğretim işleri hem de barınak, sığınak, yeme-içme, ticaret vb. işler ile hemhal olan ve genelde muhacirlerden oluşan bu topluluğa Ashab-ı Suffe adı verilmekteydi.
Hz. Peygamber döneminden sonra da çeşitli yerlerde İslami eğitimler verilmiştir. Hatta çevre kabile ve şehirlere öğretmenler gönderilmiştir. Miladi 9. asra kadar da İslami eğitim ve öğretim faaliyetleri elbette ki vardı. Lakin düzenli, sistemli ve kurallı bir şekilde değildi. Mesela henüz ilimler tasnifi gerçekleşmemiştir. Tefsir, hadis ve kelam gibi ilimler hepsi fıkıh ilmi altında yer edinmekteydi. Daha ileriki zamanlarda bu ilimler gelişerek, tasnifleşerek bağımsız bir ilim haline gelmiştir. Medreselerin kurulması da İslami ilimlerin tasnifleşme aşamasından sonra gerçekleşmiştir.
Medreselerin kurallı ve sistematik halde kurulması ilk olarak 9. Asırda Nizamiye Medreseleri ile gerçekleşmiştir. Nizamiye Medreselerinden önce de çeşitli medreseler bulunmaktaydı. Hatta kaynaklar Nizamiye Medreselerinden önce Nişabur’da 960 yılında Ebul Valid Hassan İbni Muhammed tarafından kurulmuştur. Daha sonra yine Nişabur’da 965. Yılında İbn Hibban Teymini tarafından bir medrese daha kurulmuştur. 1011’de el-Saidıye Medresesi ve 1014 yılında Ebu Osman Sabuni medreseleri de kaynaklarda yer almaktadır. [1]
Nizamiye Medreseleri dünyanın ilk vakıf üniversitesi olarak kabul edilip, Selçuklu Veziri Nizamülmülk tarafından dönemin Hükümdarı Sultan Alparslan’dan izin alınarak 1067 yılında kurulmuştur. Kuruluş amacı siyasi-itikadi etkenli olup daha sonraları ise İslam davetçilerinin, önemli devlet adamlarının ve döneme damgasını vuran alimlerin yetişmesinde büyük katkısı olmuştur.
Ayrıca Nizamiye Medreseleri camilerde ve mescitlerde verilen eğitimin yetersizliği, düzensizliği, plansızlığı ve halk arasından eğitim almak isteyenlerin sayısında artış olması sebebiyle de kurulmuştur. Ayrıca İslamiyet’in yayılması ve devletin politikalarını halka benimsetebilmesinde de önemli bir görev üstlenmiştir.
Nizamiye Medreselerinden önce ilim talep eden kişiler, uzun yolculuklarla ders almak istedikleri hocaları bulmak zorundaydı. Bu eğitim kurumu, İslam âleminin önemli isimlerini bir çatı altında toplayarak ilme ulaşmayı kolaylaştırdı. Öyleki İbni Sabbağ, Ebu İshak eş-Şirazi, Cüveyni, Gazzali ve Yusuf Hemedani gibi alimler Nizamiye Medreselerinde ders veren bazı hocalardı.
Nizamiye Medreselerinde verilen öğretim en geniş anlamıyla ele alındığında öğrenciye fıkıh dersi vermek, fetva vermek ve münazara yapabilmek gibi üç temel beceri kazandırılmak istenmiştir. Öğrenciye fetva verme yeterliliği kazanması için, kaynaklardan nasıl hüküm çıkarılacağı öğretilir. Tartışmalı-ihtilaflı meseleler hakkında yeterlilik kazanması için ise, kendi görüşlerine muhalif görüşler, cedel metodunu kullanarak bunları nasıl halledeceği ve münazara kuralları öğretilirdi. Görüş birliğine varmak ve icmâyı gerçekleştirebilmek için böyle bir eğitim kaçınılmazdır. Ayrıca öğrencilere bunların dışında vaaz, tasavvuf, kelâm, nahiv, şiir ve benzeri alanlarda yetişmesi için dersler veriliyordu. Muhakemesiz ve mekanik bir öğrenme anlamına gelmeyen ezber metodu, zekâ ve kavrama-anlama ile takviye ediliyordu. Hafızaya kaydedilmek üzerine yapılan vurguya rağmen, kâğıda dökmek önemliydi. Kitaplar vazgeçilmez hafıza kaynakları idi.
Nizamiye Medreselerinde öğrencilerin bir şeyler öğrenmesi için ezber yöntemi sıklıkla kullanılmıştır. Uygulanan eğitim yöntemlerinden birisi de tekrar yöntemi idi. Tekrar, metinleri ezberlemenin en iyi yolu kabul ediliyordu. İlim adamları öğrencilik yıllarını anlatırken, her dersi defalarca tekrar ettiğinden bahsederler. Fakîh Sîrâzî, hafızasına iyice yerleştirdiğinden emin olabilmek için her bir fıkıh dersini yüz defa tekrar ettiğini söylemiştir. Aynı zamanda müderrisler tarafından münazara, tartışma, anlatım, soru- cevap gibi yöntem ve tekniklerin kullanıldığı belirlenmiştir.
Nizamiye Medreselerinde derslerin işlenişleri dersin durumuna göre farklılık göstermekle birlikte, derse sabah namazından hemen sonra Kur’an okunması ile Hz. Peygamber’e salât ve selamdan sonra başlanırdı. Ders esnasında karşılıklı sorular sorularak hem dersin anlaşılması kolaylaştırılır hem de tartışma ortamı meydana getirilirdi. Tartışılması için ortaya bir mesele atıldığında, ihtisas öğrencileri söz konusu mesele hakkında tartışırlar ve müderris yalnızca bir açıklama ihtiyacı doğduğunda ve tartışmayı bir sonuca bağlayabilmelerine yardımcı olmak amacıyla devreye girerdi. Tedris usulünde, hoca ile talebenin karşılıklı soru sorma yani aktif metot sistemi uygulanırdı. Öğretim metodunda, hoca ve talebe iş birliği, karşılıklı olarak sorulan sorular daima mühim bir rol oynuyordu. Nizamiye Medreselerinde derslerin işleniş şekillerine baktığımızda soru-cevap ile problem çözme yöntem ve tekniklerinin kullanıldığını söyleyebiliriz.[2]
Nizamiye Medreselerinin merkezi ve en büyüğü, Bağdat’taki Nizamiye Medresesi olup Amul, Basra, Belh, Herat, İsfahan, Musul ve Nişabur Nizamiye Medreseleri de vardı. En meşhur olan Bağdat Nizamiye Medresesinde ders saatleri mevsimlere, dersin niteliğine, müderrislerin ilmî mertebesine göre değişirdi. Dersler hafta boyunca öğleden önce başlar, öğle, ikindi ve yatsı namazlarından sonra da devam ederdi. Ahmet b. Muhammed b. Berhân’ın bazen gün boyu, bazen de gece seher vaktine kadar ders verdiği kaydedilmektedir. Cuma günü öğleden sonraki saatler hadis imlâsı, vaaz ve hitabete ayrılmıştı. Yaşı yirmiyi geçmiş olan öğrencilerin kabul edildiği medresede öğretim süresi dört yıldı. Medresenin yanı başında yaptırılan kütüphane oldukça zengin kitap koleksiyonuna sahip olduğundan müderris ve öğrenciler diğer şehirlere gitmek zorunda kalmazlardı. Kütüphane inşaatı tamamlanınca Ebû Zekeriyyâ Hatîb et-Tebrîzî’yi kütüphane müdürü tayin eden Nizamülmülk kütüphaneyi zenginleştirmek için büyük gayret göstermiş ve kendisine hediye edilen kitapları medreseye vakfetmiştir. Kütüphanede yaklaşık 6000 cilt kitabın bulunduğu rivayet edilir. 1116 yılında çıkan yangında kütüphane binası yanarken, kitaplar öğrencilerin büyük fedakârlıklarıyla kurtarılmıştır.[3]
Medreselerde görev yapan müderrisler genellikle bir seccade veya posta oturarak ders verir, öğrenciler ise halka halinde dersleri dinlerdi. Bu post, o müderrisin ders verme yetkisinin bir işareti olup, kalabalık derslerde ise müderris bir kürsü üzerine oturarak ders verirdi. Bazen de öğrenciler “oturak” denilen küçük tabureler üzerine oturarak ders dinlerlerdi.
9.yy. ortalarında İslâm Dünyası’nda gelişmiş ilimleri üç ana grupta toplayabiliriz;
*İslami İlimler,
*Felsefe ve Tabiat İlimleri,
*Dil ve Edebiyat İlimleri.
Bu gelişen ilimler doğrultusunda, Selçuklu Medreselerinde Kur’an, Fıkıh, Tefsir, Hadis, Nahiv, Sarf, Dil ve Edebiyat gibi dersler okutuluyordu. Nizamiye Medreselerinin ders programlarında Kur’an, Kur’an İlimleri, Hadis, Şafii Fıkhı, Usul, Eşari Kelâmı, Hilaf, Cedel, Feraiz, Arapça, Sarf, Nahiv gibi İslami ilimlerin yanı sıra müspet ilimlere de yer verilmiştir. Edebiyat, Lügat, Şiir, Hitabet, Tarih, Coğrafya, Musikî, Hat, Felsefe, Mantık, Riyaziye, Hendese, Hesap, Nücum, Tıp, Astronomi gibi ilimler de burada tahsil ediliyordu.[4]
Ortaçağdaki İslami Eğitimin en dikkat çekici özelliği, ilimler arasında dinî ilimler ve yabancı ilimler diye bir ayrıma gidilmesidir. Bünyesinde bütün ilimlerin okutulduğu medrese, kolayca üniversite ile özdeş kabul edilmiştir. Üniversite, Hristiyan batı dünyasının yükseköğrenim kurumlarının karşılığı olurken medrese de İslâm Dünyası’nın yükseköğrenim kurumudur. Salerno, Paris ve Oxford gibi Batı’da kurulan üniversitelerin Nizamiye Medreselerinden etkilendiği öne sürülmektedir. Nizamiye Medreseleri öğrencilerine sağladığı burs, barınma gibi imkânların yanı sıra vermiş olduğu eğitimin kalitesiyle dünyanın ilk yüksek öğretim kurumu kabul edilir.
Yapılan araştırmalar gösteriyor ki Selçuklulara kadar olan süre zarfında maddi imkânları olanlar ancak yüksek öğretim alanında eğitim alabiliyorlardı. O zamanlarda kolayca kitap alabilen, maddi açıdan sorunları olmayan ve kolayca araştırma yapabilen kişiler yüksek öğretimden faydalanabiliyorlardı. Nizamiye Medreseleri kurulduktan sonra halka sağladığı imkânlar sayesinde maddi açıdan yüksek öğrenim görme şansı olmayan kişiler de buralarda öğrenim görebildiler. Nizamiye Medreseleri ve Nizamiye Vakıflarının sağlamış olduğu bu imkânlar göz önünde bulundurulduğunda, yüksek öğretim hakkını sadece maddi durumu iyi olan kişilere değil maddi durumu iyi olmayan kişilere de verdiği görülmüştür. Bu bağlamda Selçuklular zamanında kurulan Nizamiye Medreseleri eğitimde fırsat eşitliklerini de beraberinde getirmiştir.
Kuruluşunun üzerinden yaklaşık 2 asır geçmişti ki medreselerde bir düzenleme yapıldı ve medreseler daha iyi disipline edildi. Sınıfların düzenli günlük programları vardı. Çocuklara sabahtan ikindiye kadar (yaklaşık on saat) okuma öğretiliyordu. Dersler teneffüslerle bölünmüştü. Derslerde işlenmiş konuların salı günü öğleden sonra ve perşembe günü sabahı tekrarı yapılıyordu. Günün geri kalan kısmını da yazı dersi dolduruyordu. Cuma tatil günü idi. Ramazan Bayramı’ndaki tatil günleri üç gün, Kurban Bayramı’nda ise üç veya beş gün kadardı. Öğrenim süreleri ya aylık ya da senelik olarak belirlenmişti.
Selçuklu devlet adamları devletin birlik ve bütünlüğünü tehlikeye düşüren unsurlarla mücadele etmek için tek başına medreselerde ilim adamları yetiştirmenin yeterli olmayacağını biliyorlardı. Bu nedenle halkı aydınlatmak amacıyla müderrisler tarafından medrese ve merkez camilerde vaazlar veriliyordu. Devletin ileri gelenleri isterlerse medreselerde eğitimlerine devam edebilirlerdi. Bu sayede ilim adamları ile devletin ileri gelenlerinin kaynaşarak, ilim adamlarının görüşlerine değer verilmesini sağladı. Medreselerden mezun olan talebeler devlet ideolojisine sahip bir şekilde devletin çeşitli makamlarında görev alıyorlardı. Bu sayede devlet kadrolarında bir birlikteliğin sağlandığı ve devlet planının belirlenmesinde birlik olunduğu söylenebilir. Bu sayede hem devlet otoritesinin güçlendirildiğini hem de halk tabanında birlik ve bütünlüğün sağlanmış olduğunu söyleyebiliriz.
Nizamiye Medreseleri devletin ihtiyaç duyduğu adlî, dinî, malî ve bürokratik sahada çalışacak insanların yetiştirilmesini sağlamıştır. Medreseden mezun olanlar devletin mülkî ve adlî teşkilatlarında hemen vazifeye yerleştiriliyorlardı. Nizamiye Medreselerinden mezun olan öğrenciler de devletin yüksek mevkilerinde görev alarak devletin bekası için çalışıyorlardı.
Nizamiye Medreseleri tarih boyunca insan-ı kâmil yetiştirme hususunda önemli adımlar atmış, millete ve devlete faydalı elemanlar yetiştirmiştir. Dönemin sapkın fikri düşünce akımlarına ve mezheplerine karşı İslam’ın savunucusu olmuş ve devlet içerisinde yer edinmiş, önemli görevlerde bulunmuş, dert sahibi davetçiler yetiştirmiştir. Günümüz medreselerinde de Nizamiye ruhunun ve imkanlarının dirilmesi ümidiyle…
[1] ATAY Hüseyin, İslam’da Öğretim s.25
[2] MAKDİSİ George, Ortaçağ’da Yüksek Öğretim, s.73
[3] ÖZAYDIN Abdulkerim, TDV Ansiklopesi, Nizamiye Medresesi c.38 s.189
[4] DAĞ İsa, The Journal of Academic Social Science Studies, Nizamiye Medreselerinin Eğitim-Öğretimdeki Rolü s.463
Hüseyin Şenlik