Gecesinde hazırlıkların tamamlandığı bir kamp maceramız güneşin doğuşunun ardından yola çıkmamızla başlamıştı. Yol boyunca güneş gölgeyi solumuza almış, bizi sağdan takip ediyordu. Planlama süresi yaklaşık 12 saat olan kamp maceramız rotayı Darlık barajına çevirmemizle devam ediyordu. Trafikle beraber İstanbul’a yaklaşık 2 saatlik mesafede bulunan baraja birçok farklı yoldan gidilebildiğini bilmediğimizden navigasyonun bizlere çizdiği rotayı takip ettik. Şile’nin yol kenarındaki tabelalarda görünmesi baraja yakınlığımızın işaretiydi. Şile’ye yaklaşık 10 kilometre kala ilk sapaktan sağa dönmemizle oldukça virajlı köy yollarına girmiş bulunmaktaydık. Navigasyonun işaretlediğimiz noktaya bizleri getirmesiyle karşımızdaki kapalı kapıda yazan “Özel mülktür, girilmez.” ikazı karşısında geldiğimiz bunca yol için üzülmüş, baraja giden farklı yollar olduğunu anlamıştık. Geri dönüp aynı yolun devamı niteliğinde olan ana yola tekrardan koyulduk. Karşımıza çıkan ilk kişiden de rotamızı teyit edip yol tarifi istememizle yolculuğumuza devam ettik. Yol boyunca birbirinden güzel manzaraların eşlik ettiği maceramız, yakıt ikaz ışığının yanmasıyla hafif bir tedirginliğe sebep olmuştu. Kilometre hesabı yapınca çok rahat bir şekilde gidip gelmemizi sağlayacak kadar yakıtla yola çıkmıştık fakat hesaplanmayan aksilikler ibreyi tersine çevirmişti. Tarif edilen baraj sapağına gelmiş, başlangıçta çakıllı sonrasında toprak olarak devam eden yol bizleri karşılamıştı bile. Az sonra baraj gölünü sağımıza alacak şekilde uygun kamp yeri bulmak için ilerleyecektik. Oldukça zahmetli bir yolu kat ettikten sonra geldiğimiz yer bizleri tatmin etmemişti. Daha önceki araştırmalarımızda gördüğümüz ve gelinen noktadaki görüntüler birbirinden tamamen farklıydı. İçimize sinmeyen bu ortam için geri dönüp rotaya farklı bir yöne çevirme kararı aldık.
Geri dönüş yolunda en büyük heyecanımız ve tedirginliğimiz yakıt durumumuz olmuştu. Navigasyona göre yol üstünde bir benzinlik vardı fakat köy ve dağ yollarında navigasyona güvenmeme kararı almıştım. Başka da çaremiz yoktu gibi, yol üstüydü eğer orda olmazsa yolumuza devam edip ilçe merkezine varmış olacaktık. Herhangi bir akaryakıt istasyonuna varabilecek miyiz yoksa yolda mı kalacağız? sorusu dakikalar ilerledikçe zihnimdeki dozunu arttırıyordu. O’na dayanmaktan başka çaremiz yoktu. Yol üstündeki tabelası dahil olmayan istasyona geldiğimizde yan taraftaki evden pijamasıyla aşağı inen adamın benzin yok demesiyle arkadaşlarımın hafif bir umutsuzluğa düştüğünü görünce o zaman mazot dolduralım dememle gergin olan ortam bir anda kahkahalarla boyanmıştı. Bir sonraki en yakın istasyona yetecek kadar yakıtımızın var olup olmadığını bilmeden yola devam ediyoruz, az sonra ilerde kocaman bir benzin istasyonu tabelası ve üzerinde sol taraftan 10 km içeri girmemizi işaret eden bir ikaz notu görüyoruz. Tabelanın hemen yanında sağ tarafı işaret eden Darlık Barajı tabelasını görünce asıl baraj yolunun ve araştırmalarını yaptığımız mevkiinin burası olduğunu yolun asfaltından anlıyoruz. Fakat bunca aksilikten sonra oraya tekrar dönmeyecektik.
Akaryakıt istasyonu için yola devam ederken Sofular/Şile köyü mevkisinde olduğumuzu yoldaki işaretlerden anlıyoruz. Yol boyunca sağlı sollu ağaçlar, yol bitmesin dedirtirken.. Bir yandan da yolun bitişini görebilmek için gözlerimiz ufukta. Yol boyunca birden çok kamping tabelası dikkatimizi çekmiş, geldiğimiz mevkide kamp yapabileceğimiz belki de bütün bu maceramızın bizleri buraya sürüklediği ve burada olmamızın bizler için daha hayırlı olacağı kanısını uyandırmıştı. Sağlı sollu göz gezdirdiğim kamping noktaları istasyona varabilmemizle son bulmuştu. Depoyu ağzına kadar doldururken deponun tam kapasite dolması araçta aslında maksimum 0.3-0.4 litre yakıt kaldığının göstergesiydi. Tam vaktinde varmış olmamız şükür sebebiydi.
Aracımızın karnını doyurmuş, geri dönerken yolda gözüme kestirdiğim belediyeye ait alana doğru hareket ediyorduk. Yanılmamıştım, orman ve denizin kesişimi olan bu mevkii, yeşil ve mavi karışımı doğasıyla harikalar yaratarak bizleri adeta büyülemişti. Geniş bir arazi üzerine kurulmuş bu alan tatil sezonunun bitmesinden dolayı uzaktan çadır uçlarını gördüğümüz kadarıyla bizim dışımızda 2 farklı gruba ev sahipliği yapıyordu. Kampımız için en uygun alanı seçmiş çadırımızı kurup matımızı ve uyku tulumumuzu yerleştirmiştik. Her kampımızın vazgeçilmez kuralı ve şartı odun toplamak için ormanın derinliklerine dalıyoruz. Yanımızdaki el testeresi ve balta kuru odunları bulup parçalamamız için bizlere yardımcı olmuş, topladığımız odunları bir ipe sarıp peşimizden sürüklemiştik. Kamp alanımızda sürüklediğimiz odunlardan büyük olanları parçalamaya devam etmiş ve üst üste dizmiştik. Gece boyunca yetecek kadar odun olduğu kanısına varınca hissettiğimiz soğukluğu kırmak ve karnımızı doyurmak için ateş yakma işine girişmiştik. İlk ateşimizin köz haline gelmesiyle sofra kurulmuş ve köz üzerinde pişirdiğimiz yemeklerimiz doldurmuştu karınlarımızı.
Hava kararmış, yaktığımız ateş etrafı aydınlatıyor hem de üzerindeki çay vasıtasıyla içimizi ısıtıyordu. Kafa lambalarımızı önümüzdeki kitaplara çevirmiş ve kitap okuma saati olarak ilan ettiğimiz bu eşsiz vaktin tadını çıkarıyorduk. Arada bir ateşimiz sönmesin diye okumaya ara veriyor, ateşi harlıyor ve tekrar köşeme geçiyordum. Çok farklı mekanlarda kitap okuma imkânı bulmuştum fakat ateş, çay ve zifiri karanlık bir orman üçlüsünde aldığım lezzeti tarif edemem. Tayin ettiğimiz vakit bitince kitapları kaldırıp çayla beraber muhabbetimizi demliyoruz dostlarımla. Pandemiden dolayı evlerimize tıkıldığımız bu günlerde doğanın ve toprağın kıymetinin daha fazla anlaşıldığını düşünenlerdenim. İçinde olduğumuz betorname durumun farkına varmamıza sebep olan bu düşünsel süreç, ileride çok başka şeylere gebe gibi. İnsanın özüne yani toprağa dönme istediğine kıvılcım olan, aynı zamanda kanserleşmiş olan dev binalarının da sonuna vesile olabilecek bir süreç aslında.
Doğa aslında insan vücudu gibidir. İnsanlar doğal olandan veya fizyolojik olandan uzaklaştıkça kansere yakalanma riskini arttırırmış. Yani bir başka deyişle dışardan müdahalelerle (organik olmayan gıdalar vb) ve fizyolojimize aykırı bir yaşam tarzı kanser riskini arttırmaktadır. Aynı sebeple doğaya yaptığımız müdahaleler sonrasındaki ölümcül sonuçları hemen hemen her gün tüm dünyada sel, deprem, heyelan vb doğal afetlerle müşahaade etmekteyiz. Tüm bu durumun farkına varan insan sayısının hiç azımsanamayacak kadar arttığını, doğal olana dokunmadan doğayla iç içe yaşamak dürtüsünün hakim olabileceğine inananlardanım. Zihnimden geçen düşünceleri muhabbet konusu yapmaktan çekinmiyor ve dostlarımın katkılarıyla gecemize devam ediyoruz. Az sonra davetsiz bir misafirin etrafımızda dolandığını hissediyoruz. Işığı tuttuğumuzda tilkiyle göz göze gelmemiz ve tilkinin kaçışı aynı ana denk geliyor. Biraz daha muhabbetten sonra etraftaki yiyecekleri toplayıp araca bırakıp çadırlarımıza çam ağaçlarının kokusunu içimize çekerek geçtik. Uyku tulumlarımıza geçtiğimizde solucana benzemiş, yalnızca gözlerimiz ve burnumuz dışarda kalmıştı. Günün verdiği yorgunluk ve huzur hissiyle uykuya dalmış, rüyalarımızda bambaşka rotalara yelken açmıştık.
Güneş ışınlarının çadırımıza süzülmesiyle ikinci defa uyanış ve sabah yürüyüşü yapmak için orman yoluna koyulmuştuk. Ormanda bir süre ilerledikten sonra indiğimiz patika yol, parkuru deniz kenarından tamamlamamıza, Karadeniz’i hırçınlıktan uzak sessiz ve sakin görmemize sebep olmuştu. Keyifli bir keşiften sonra çadırlarımıza dönmüş, hem kahvaltı yapmak hem de tarihi Şile Feneri’ne gitmek için yola koyulma hazırlıklılarına başlamıştık. Eşyalarımızı toplamış, yola koyulmuş ve Şile’ye varmıştık. Fenerin dibindeki belediyeye ait sosyal tesislerde yaptığımız organik köy kahvaltısından sonra aşağıdaki berrak, masmavi su bizleri uzaklara götürmüştü. Şile Feneri restorasyon çalışması nedeniyle kapalıydı fakat gördüğümüz manzara bizlere yeterli gelmişti. Bir süre Şile’de kaldıktan sonra eve dönme vakti gelmişti.
Düştük yine yollara, dönüş yabana.
Söz&Kalem - Murat Çöklü