Son günlerde İBB başkanı Ekrem İmamoğlu’nun başlattığı “Kanal İstanbul İhanettir” söylemi kamuoyunda gittikçe alevlenen bir tartışmaya dönüşüyor.
İmamoğlu, “Erdoğan’ın yolunu izliyor gündemi belirlemek için ortaya bir şeyler atıyor” diyenler olduğu gibi “Bu kanal projesi tam bir rant projesidir, projeyi yapanlar daha önceden oraları parsellemişler!” diyenler de var.
Ancak son dönemde İmamoğlu’nun “İhanet” çıkışı ve arkasından Prof. Dr. Naci Görür’ün bilimsel(!) Yorumu kanal ile ilgili yeni tartışmaların başlamasına sebep oldu. Prof Görür’e göre "Vadi ve çevresindeki ekosistem, fauna ve flora büyük ölçüde tahrip olacaktır. Beklenen deprem gerçekleşirse kanal'ın Marmara ağzı 9-10 şiddetinde etkilenebilecektir. Orta Avrupa'nın tüm sanayi kirliliği Marmara'ya dolacaktır."
Kanalla sıkıştığını düşünen CHP ve ona yakın haber kanalları ve siteler sokak röportajlarıyla belli yerlerde gezip sorular sorarak bilindik PR çalışması yapıyorlar. Anlaşılan o ki “Kanal” meselesi gündemde tırmandırılacak.
“İstanbul Boğazının” hali hazırdaki siyasi konumu “Montrö Boğazlar Sözleşmesi’nde”( 20 Temmuz 1936) belirtildiği gibidir.
Bu sözleşmenin belki de en önemli maddelerinden birisi “Geçiş ücreti” ile ilgili olanıdır.
“- Uluslararası Deniz Hukuku kuralları ve fesih şartlarında da belirtildiği gibi gemilerin transit geçiş hakkı gereği sözleşmenin değişmesi durumunda dahi Türk Boğazlarından geçecek hiçbir gemiden zorunlu ücret talep edilemeyecektir.”
Dünyadaki en önemli “Deniz Ticaret Yollarının” neredeyse tümü İslam Coğrafyasının sınırlarında kalmakta. Ancak ne yazık ki İslam ülkeleri bu büyük avantajdan istifade edememekte.
Cebelitarık, Suveyş, Babu-l Mendeb, Hürmüz, Malakka, İstanbul Boğazları bir şekilde ya Uluslararası anlaşmalarla ya da Emperyalistlerin askeri güç yığınaklarından dolayı Müslümanların faydalanabilecekleri stratejik kaynaklar olmaktan uzaklar.
Hal böyle iken İstanbul’a yapılması planlanan yeni kanalın (Çevreye vermesi muhtemel zararlar ve birilerinin ranttan istifadesine rağmen) Türkiye için jeo-stratejik bir önemle birlikte tam bağımsız siyaset ve güçlü bir ekonomi için elzem olduğu söylenebilir.
Hatırlanacağı gibi ABD, Panama kanalını açmak için Panama’yı işgal etmişti.
1914 yılında ABD tarafında hizmete açılan, Panama Kanalının uzunluğu 77 kilometre olup bu kanalın yapımı sırasında birçok bulaşıcı hastalık doğmuş ve büyük toprak kaymaları yaşanmıştı. Bu kazalar ve hastalıklar sonucu 27.500 insan canından olmuş ayrıca 1881-1914 yılları arasında inşa edilen Kanal iki büyük okyanusu birbirine bağlarken ABD ekonomisine kazandırdıklarının yanı sıra stratejik hesapları için de önemli bir kavşak olma özelliği taşıyor.
Benzer önemdeki diğer bir kanal da Süveyş Kanalıdır. A.Nasır bu kanalı millileştirmeye çalıştığı için İngiltere ve Fransa’nın yani o dönemin iki süper gücü ve işgalci Siyonist rejim tarafından saldırıya uğramıştı.
Çin’e yapılan enerji trafiğinin güzergâhı Malakka Boğazı’dır. Çin buradaki ABD donanmasının sıkı denetiminden kurtulmak ve yeni bir güzergâh için kara yolunu Pakistan limanlarına bağlıyor.
Kısacası “Deniz yolları” hâlihazırda uluslararası ticaret için en uygun yollardır. ABD’li Amiral Mahan’ın “Deniz Hâkimiyeti Teorisinin” özü: “Savaşı sınırlarından uzakta tutacaksın. Deniz ticaret yollarına hâkim olan tüm dünyaya hâkim olur mantığıdır.”
Karadeniz bir Rus Gölü haline geliyorken Türkiye’nin sessizliği buradaki çıkarlarını kaybetmesine yol açar. Türkiye Akdeniz’de Libya ile mutabakat yapıp hâkimiyet alanını genişletirken, “Kanal İstanbul” ile de “Karadeniz’in anahtarı artık benim elimde, Montrö miadını doldurmuştur!” demek istiyor.
Kanal kararı Stratejik anlamda yerinde bir karar ancak içeriden yükselen muhalif seslere bakıldığında “Bu hamurun daha çok su götüreceği” anlaşılıyor.