Bazen halklar derin bir uykuya dalar. Hiçbir şey onları uyandıramaz. Nasihatler, musibetler, olaylar onlara etki etmez. Hakkı batıl, batılı da hak olarak görürler. Zalimlerin mazlumlara yönelik kara propagandaları onları ikna için yeterli gelir. Din elden gider, namus elden gider, can ve mal emniyeti elden gider, adalet rafa kalkar ama halklar hiçbir şey olmamış gibi yaşamlarına devam eder.
Onları uyandırmak için büyük fedakârlıklar lazım gelir. Masum kanların dökülmesi lazım gelir. İşte sen o büyük masumlardan, fedakârlardan biriydin Yasin’im! O kadar büyük bir mazlumiyet ve masumiyetle şehit edildin ki Kürdistan’da 20 yıldan fazladır seslerini duyurmaya çalışan ama ilgisizlik ve nemelazımcılık duvarına toslayan Mü’minlerin sesi oldun. Senin ve arkadaşlarının mübarek kanı tüm Türkiye’de hakikatleri aydınlatan bir kandil görevi gördü.
Tıpkı Kerbela’daki Hüseyin gibi… Diyarbakır bir Kerbela oldu sana ve arkadaşlarına. Kerbela’ya, Hüseyin’in ailesiyle birlikte bile bile ölüme gidişine anlam veremeyenlere şehadetinle Kerbela’nın misyonunu öğrettin Yasin’im…
Hüseyin’in zamanındaki Müslümanlar da günümüzdeki Müslümanlar gibi derin bir gafletin pençesinde çırpınıyorlardı. Dünya sevgisi, ölüm korkusu, cehalet almış başını gitmişti. Muhammed Aleyhisselamın dini takkiyeci çapulcuların elinde bir çıkar ve sömürü aracına dönmüştü. Batıl hak elbisesiyle ortalıkta dolaşıp Allah’ın kullarına zulmediyordu. Özgürlük, adalet ve mutluluğun kaynağı olan yüce İslam dini saray mollalarının elinde içkici kralların sofrasına meze yapılmıştı. İnsanlığın kurtarıcısı yüce İslam, insanlık düşmanı Yezid’lerin oyuncağı olmuştu. Öyle bir şey yapılmalıydı ki ümmet uyansın. Müslüman halkların gözü açılsın. Korkunç tehlikenin farkına varsın ve kurtarıcıları onları terk edip gitmeden dört elle ona sarılsın.
Cennet gençlerinin efendisi olan Hüseyin, şehitlerin serdarı olan Hüseyin kurban olma gününün geldiğini anlamıştı Yasin’im! İslam ondan canını istiyordu. Ve o da tereddütsüz Kerbela’ya koştu Yasin’im! İbrahim’in İsmail’i gibi kendini kılıçlara teslim etmek için… “Muhammed’in dini tekrar dirilecekse alın kılıçlar beni, alın canımı!” diye feryat ederek şehadete koştu. Kanıyla, canıyla bir direniş ve diriliş önderi oldu, çağları aşarak…
Sen de bir Hüseyin oldun, sen de Kerbela’ya koştun Yasin’im! Kürdistanlı Yezid’lerin vahşi pençeleri altında Diyarbakır’ı bir Kerbela’ya çevirdin. Gaflet içindeki kalplere nur gibi aktın, kirlenmiş zihinlere tertemiz kanınla berrak bir ufuk açtın…
Doksanlı yıllarda bölgede, Türkiye Kürdistan’ında dindarlara kirli bir savaş dayatıldı. Müslüman’ca yaşamaktan, dinlerini özgürce öğrenip izzetli bir hayat sürdürmekten başka bir arzuları olmayan bölge Müslümanları hiç istemedikleri halde kendilerini bir çatışmanın içinde buldular. Varlıklarını tehdit eden, kendilerini yok etmeye kararlı, hiçbir vahşi yöntemden çekinmeyen, sırtını dış güçlere dayamış, vicdansız bir düşman… İslam’la şeref bulmuş, İslam sayesinde asırlarca izzet sahibi olmuş, dünyanın medeni halkları arasına girmiş, milli kimliği İslam’la bütünleşmiş Kürt halkını ne pahasına olursa olsun İslam’dan koparmaya çalışan bir düşman… Türkiye’de o yıllarda ordu ve iktidarı ele geçirmiş derin devletle, Ergenekon’la flört halinde olan bir düşman… Ve Kürt davası adına Müslüman Kürt halkını Marksist, Leninist zihniyete köle yapmak isteyen bir düşman…
O kirli savaşta mazlum ve kimsesiz Müslümanlar iki tercihle karşı karşıya bırakıldı. Ya Mekke’deki Müslümanlar gibi her şeylerini, vatanlarını, rejim tarafından da unutulmuş mazlum halklarını din düşmanlarının insafına bırakıp hicret edeceklerdi. Ya da ne pahasına olursa olsun izzeti ve direnişi seçeceklerdi. Ki o günlerde bölge Müslümanlarının gidecekleri bir Medineleri bile yoktu. Ölümle direniş arasında başka bir tercihleri yoktu. Onlar da direnişi seçtiler.
Ah Yasin’im! O günler ne kederli günlerdi? Ne hüzünlü günler? Barbar sürülerinin vahşi saldırıları altında varlık mücadelesi veren bölge Müslümanları, düşmanlarının sahip oldukları imkânlar yüzünden bir anda bir grup cani diye ilan edilmiştiler bu ülkede. Herkes ve her şey onların aleyhindeydi. İğrenç ve korkunç bir algı operasyonuyla tarihin en mazlum ve kimsesiz camiası tarihin en korkunç çetesi diye tanıtılmıştı bu ülkenin halkına… Ve 20 yıldan fazladır bu mazlum camia, şeytani güçlerin desteğindeki iğrenç algı operasyonunun zihinlerdeki iğfasını temizleyemiyordu.
Ama sen her şeyi değiştirdin Yasin’im! Diyarbakır’ı Kerbela’ya çevirerek camiamızın mazlumiyetini, hakkaniyetini dost-düşman herkese gösterdin. Düşmanı gizleyen maskeyi parçalayıp arkasındaki vahşi, katliamcı, zalim yüzü orta yere serdin.
Yasin’im! Sen ve arkadaşların mübarek kanınızla uyandırdınız bizi derin uykumuzdan! İçine düştüğümüz uyuşukluk, nemelazımcılık bataklığından…