Kaç acının diyarı, kaç çilenin konağı olmuşuz. Kaç asrın garibanı, kaç zamanın mustazafıyız. Kalbimize kaç yük dert vurulmuş, kaç sehpa namımıza kurulmuş. Acının ve çilenin çocukları olmuşuz, kaç yüzyıldır topumuza ölüm pazarları kurulmuş. Göğümüzden sağanak halinde bombalar, zehirli gazlar yağalı kaç vakit oldu? Başımıza çektiğimiz atalet, sefalet, fitne ve zillet yorganlarının haddi yok; bundan da naçar kalmışız.
Bir aylık yolculuk mesafesinden küfre korku salan bir ümmetken, bizi ele düşüren nedir?
“Mü'min, ümit ve korku arasında yaşar; Mü'min Allah'tan ümit kesemez; hikmet mü'minin yitik malıdır, nerede bulursa alır” şiarları duvarlarımızda yankılanıyorken, bizi ümit yoksunu kılan, hikmet fakirine çeviren, elden ayaktan eden, kuvvetten düşüren nedir?
Gece kaim, gündüz süvari ve saim olan bir geçmişin geleceğiyken biz, hangi günahın bataklığında çırpınıyoruz, hangi günahın bedeline yanıyoruz?
Yığınca soru işaretlerinin anlamı, vaziyeti görmeye çalışmaktır. Vaziyet anlaşılıyor mu, anlaşılıyorsa gereken yapılıyor mu? Bunların cevabının önceki soruların cevabıyla ortaya çıkmasını umuyoruz.
En başta, kabul edelim ki, kardeşliğimizden ödün vere vere bu hale gelmişiz. Birbirimizden uzaklaştıkça, “biz”den “ben”e demir atmamız, benim ülkem, benim devletim, benim mezhebim, meşrebim, benim camiam, benim tarikatim, vakfım, derneğim diye diye ortak paydalarımızın, kardeşliğimizin köküne kibrit suyu dökmüşüz de farkında olmamışız.
Biz kendi biçareliğimizin, biganeliğimizin, perişanlığımızın, parçalanmışlığımızın, düşmanlığımızın, ilgisizliğimizin farkına varmadığımız, bundan eman etmediğimiz müddetçe halimiz budur. Daha kötü hale düşmekten Allah'a sığınalım.
Ümmetin bu perişan halini fark etmek de yetmeyecektir, bilmek görmek; bu sefil vaziyetinden eman etmek, feryat ve figan etmek de çare değil bu biçareliğimize.
Peki, çare nedir?
Nasıl ki bir hastanın iyileşebilmesi için hastalığın teşhisinden sonra hasta üzerine düşeni yapmadığı sürece iyileşmiyorsa, bunda da durum aynıdır.
Bununla beraber, en başta ortaya çıkan mevcut durumdaki payımızı unutmamalıyız. Yani iğneyi başkasına batırmadan, başkasından bir şey beklemeden, çuvaldızı kendimize batırmalıyız, bizden kaynaklanan sıkıntı ve sorunları düzeltmeye gitmeliyiz, üzerimize ne düşüyorsa onun için inisiyatif almaktan çekinmeyip elimizi gerekirse gövdemizi ümmetin salahı için taşın altına sokmalıyız, sokabilmeliyiz.
Bu ahir zamanda zamanın en etkili zehirleriyle donatılmış mezhepçilik, ırkçılık, mealcilik, kadercilik ve tekfircilik gibi mızraklar İslam'a, Ümmete ve kardeşliğe saplanmışken; bu mızrakların amaçlarına dönük söz, iş ve eylem içerisinde bulunmaktan Allah'a sığınmalıyız. İleriki yazılarımızda bu mızrakları ele alacağız, inşallah.
Sözün burasında kardeşliğimize saplanan bu zehirli mızraklardan sana sığınıyoruz, sana el açıyoruz, senden yardım ve medet umuyoruz ey Rabbimiz!
Rabbimiz, bizi İslam kardeşliği için istihdam olunanlardan eylesin, vesselam .