Malum, coğrafyamız kaynamaya devam ediyor. Suriye savaşında sona doğru yaklaşılması, herkesin mevziini tahkim etmeye çalışması, Kürdistan'daki referandum odaklı gelişmeler, Türkiye-ABD ilişkileri gibi hususlar üzerinden meseleler okunduğunda, artık safların netleştiğini, kartların açıktan oynanmaya başlandığını görebiliyoruz.
Yeni konjonktür doğrultusunda eski ortaklık, müttefiklik ile ilişkilerin yerini yenileri aldı. Tuhaf bir değişim yaşıyoruz. Eski dostluklar düşmanlığa, düşmanlıklar da dostluğa dönüştü.
Küresel emperyalizmin coğrafyamıza uygulamaya çalıştığı projenin çatıştırma sonrasında hasıl olacak olan bölme-parçalama şeklinde olduğunu artık herkes biliyor. Bu projeler, tüm Ortadoğu yakılıp yıkılmadan uygulama sahası bulmayacaktır. Dolayısıyla netleşen bir diğer durum daha vardır; o da coğrafyamızın tamamının yakılıp yıkılması, Türkiye, İran, Irak, Kürdistan, Lübnan ve Arap ülkelerinin bir kısmının Suriyeleşmesinin sağlanması, bu yıkılmış Ortadoğu'nun üzerine yeni çerçevenin oturtulması hedefidir,
ABD, Rıza Zarrab davası ve PYD'nin devletleştirilmesi üzerinden Türkiye'ye düşmanlığını alenileştirmiştir. Halk Bankası davasının çapının genişletilmesi ve Türkiye yetkililerinin de dahil edilmesinin konuşulması, önemli bir hamledir. ABD, artık Türkiye'yi BM ve diğer uluslararası kuruluşlarda da mahkum edip uluslararası müdahaleye meşruiyet oluşturma girişimini başlatmış gibi görünüyor. Bunun karşılığında Türkiye'nin de Rusya ve İran'a yakınlaşması, NATO'ya rağmen, Rusya'dan S-400 füzelerini alması, reste karşı rest, alternatifsiz olmadığının ortaya konulması olarak okunmaktadır.
Son Astana görüşmelerinde Türkiye, Rusya ve İran'ın Suriye hususunda işbirliklerini derinleştirmeleri ve İdlib gibi diğer sorunlu yerlere bunu yaymaya çalışmaları da aynı ittifakın devamı olarak okunmaktadır. Bu tür karşılıklı adımların devam edeceği görülüyor.
Bu gün için en fazla korkulan sahanın Irak Kürdistanı olduğu anlaşılmıştır. israil'in bu gergin sahaya özel ilgisi, orayı güzel günlerin beklemediğini ortaya koymaktadır. İran, Türkiye, Irak gibi komşu ülkelerin Barzani'ye ve onun şahsında bu sahadaki Kürt toplumuna kendi ulusal politikaları ve hususi çıkarları doğrultusunda bakmaları, bu yönde stratejiler geliştirmeleri, Kürtleri başlarının çaresine bakmaya mecbur bırakmıştır. Komşuların Kürtlere bu yanlış yaklaşımı, bu sahayı emperyalist ve siyonist müdahaleye de açık hale getirmiştir.
Bugün siyonizmin ve müttefikleri olan Suud krallığının Kürt toplumuna bu özel ilgisinin ne Kürtlere, ne sahanın barışına kesinlikle bir katkısının olmayacağını başta Kürtler olmak üzere sahadaki herkesin iyi bilmesi gerekir. İki müttefikin de tek amaçları vardır; Türkiye ile İran'ın sahada ellerinin zayıflaması, hatta parçalanmaları, kuşatılmalarıdır.
israil ile Suud krallığının bu çok tehlikeli stratejisinin boşa çıkarılması, bu gün için sahanın en önemli hamlesi olacaktır. Bunu boşa çıkarmak, başta Barzani olmak üzere Türkiye ve İran'ın hem kendi, hem de bölge selameti açısından boyunlarının borcudur. Gelinen nokta itibarıyla Türkiye-İran ittifakı artık ölüm kalım meselesi olmuştur. Yine bu referandum süreci de ister yapılsın, ister ertelensin bu ittifaka mutlak surette Kürtlerin de dahil edilmesi gerektiğini ortaya koydu. Bunun dışında bir strateji, bu üç aktörün, bunların da ötesinde ümmetin bir daha toparlanmayacak şekilde dağılması ile neticelenecek ve sahanın tamamını israil'e açacaktır. Yeni projenin belkemiğinin Kürtleri İran, Irak ve Türkiye ile çatıştırmak olduğu hususunda kimsenin şüphesi kalmamıştır.
Dolayısıyla eğer İran, Türkiye ve Kürtler arasında fiili bir ittifak ve birliktelik adımı atılmaz ise PYD sahanın en önemli aktörlerinden olacak, büyük şeytan bölgeye yerleşecek ve neredeyse sınırların tamamı değişecektir.