Olmaz denilen oldu ve Duha Koalisyonu Başkanı Muaz el Hatip Suriye rejimine diyalog çağrısında bulundu.
Geçen Aralık başında Katar’ın başkenti Duha’da oluşturulan koalisyon, başta ABD olmak üzere silahlı muhalefeti dizayn edip Esad’ı devirmeyi hedefleyen diğer ülkelerce meşru hükümet olarak tanınma şeklinde tasarlanmışken, gelen ani diyalog çağrısı, kriz ve açmazların pençesindeki Suriye politikasında bir çok açıdan kırılmalara yol açmaya aday görünüyor.
Olası kırılmalara geçmeden önce, “Esad devrilinceye kadar” şiarıyla yola çıkan Duha koalisyonu, ne oldu da “Devrimden” çark edip “Diyalog”a direksiyon kırdı?
Direksiyonun kırılması, “Dostlar” tayfasının topyekün rızasıyla mı gerçekleşti?
Diyalog sürecinin; Suriye sahasına, “Devrim hülyalarına” ve Baas yönetiminin geleceğine etkisi ne yönde olacak?
Suriye politikalarını alternatif bir plan olmaksızın sadece Esad sonrası Suriye’ye göre belirleyen kimi ülkeler, bilhassa Türkiye, diyalog sürecinden nasıl etkilenecek?
Hepsinden önemlisi, diyaloga giden süreç, Suriye üzerinden şekillenen iki farklı ve zıt eksenden hangisinin hanesine kazanç olarak yansıdı veya yansıyacak?
Kuşkusuz Duha koalisyonu üzerinden geliştirilen diyalog veya devrim söylemi, Suriye sahasındaki özgün koşullardan çıkan söylemler değildi. Bu söylem “Suriye’nin Dostları”nca oluşturulan Suriye ajandasının muhaliflerce seslendirilmesi ile ilişkili bir durumdu. Ajandaya göre rejim üç beş aylık periyotlar içerisinde çökecekti. Dolayısıyla çökecek bir rejime diyalog yöntemiyle yaklaşmanın hiçbir anlamı bulunmamaktaydı.
Ancak süre uzadıkça, sahadaki gerçeklerle ajandaya yansıyan iyimserlik havasının birbirini tutmadığı gerçeği ortaya çıkmaya başladı. Nice katliamlar, kanlı eylemler, saldırılar, sabotajlar birbirini izledi. Gelinen süreç, halka kesilen acı ve yıkım faturasından öteye hiçbir işe yaramadı. Ülke dışında muhalif geçinenler, Petro-dolarlarla süslü masalar etrafında bir araya getirildilerse de, sahadaki gidişatta asıl işlevi gören silahlı gruplar üzerinde tam bir denetim sağlanamadı. Kısmen sivil unsurlar, daha ziyade asker kaçkınları üzerinden yapılan etkin vurucu güç hayalleri bir türlü tutturulamaz iken, El Kaide ve diğer Selefi-cihadi gruplar giderek daha belirleyici olmaya başladılar.
Batı ve topyekün “Dostlar”ın silah ve lojistik destek hevesleri, yerini tereddütlere bırakmaya başladı. Arzulanan muhalefet bir türlü dikiş tutamazken, arzulanmayan silahlı unsurların insiyatif kazanmaya başlaması, Esad yönetimini tercih sıralamasında yeniden üst sıralara yükseltirken, bu durum, dış müdahale için bombardıman duasına kalkan elleri de icabetsiz kılmaya başladı.
Rejimin direnci, muhaliflerin dağınıklığı, Esad yönetimine alternatif olanağına dönüştürülemedi.
Bu tablo, bir yönüyle başını ABD’nin çektiği “Dostlar” tayfasının Suriye sahasındaki yenilgisi anlamına gelirken, diğer yönüyle de Suriye sahasında dalgakıran işlevi gören İran, Rusya ve Çin ekseninin başarısı anlamını taşımaktadır.
Aslında diyalog çağrısı, devrime yoğunlaşan “Dostlar” tayfasındaki kimi aktörler için sadece prestij kaybına yol açarken, kimilerinin de bölgesel stratejilerinde “çakılma” sonucunu doğuracağı muhakkaktır. Washington’a endeksli Arap ekseninin çok fazla etkilenmesi beklenmezken, Arap ekseniyle aynı kulvarda devrime oynayan Türkiye’nin çakılmaya yüz tutan bölgesel politikası, kolayca telafi edilebilecek gibi görünmemektedir.
Duha koalisyonu başkanı Muaz el Hatip, Münih’teki mini zirvede Amerikalı Joe Biden’le görüşmesinden hemen sonra kırmızıçizgiyi aşarak İran ve Rusya Dışişleri Bakanlarıyla ayrı ayrı görüştü. Ardından da kaosun ana finansörü Katar medyası üzerinden Esad yönetimine “Şartlı” diyalog çağrısında bulundu. Bu ani tutum değişikliğinin ABD’nin onayıyla gerçekleştiği, Katar’ın da bu onay işleminin içinde olduğunun göstergesiydi. Ama yine de ters giden bir şeylerin olduğu gözlerden kaçmamaktaydı. Suriye’ye müdahale politikasını şartsız şurutsuz Esad sonrasına göre ayarlayan Türkiye, acaba hiç beklemediği diyalog çağrısına ne diyecekti?
Öyle ya, Türkiye, Irak müdahalesine “kayıtsız” kalmakla Kürdistan gerçeğiyle acı bir şekilde yüzleşmişken, Suriye’de ikinci bir “kötü sürprizle” karşılaşmamak adına bölgesel bahise tüm milli politika hisselerini yatırmışken, PKK/PYD kontrolünde yeni bir Kürdistan potansiyeliyle mi sınanacaktı? Türk tarafı, Kürt bölgesinin oluşturacağı kaygıyı bertaraf etmekle uğraşırken, Türkiye’nin kaygılarının ne ABD ne de Katar’ın umurunda olmadığı gerçeği, Türkiye’yi fena bir duygu kırılmasıyla baş başa bıraktı.
Kaldı ki, Muaz el Hatip şahsında yapılan “Şartlı”diyalog çağrısı, aslında ABD’nin başını çektiği ülkelerin karşıt eksene çağrısı niteliğindeydi. Bu, aynı zamanda bir çaresizliğin de itirafı niteliğindeydi. Nitekim Şam’dan yapılan açıklama, bu çağrının geç kalınmışlığına ve “Şart” koşacak bir niteliğinin olamayacağına yapılan vurgu, acziyetin Şam merkezinden de açıkça hissedilebildiğinin göstergesiydi.
Muhalefet, Batılı müttefiklerinden umudunu kesmiş; Batılı müttefikler de El Kaide ve Selefi-Cihadi gruplara karşı üstünlük kazanamadığı için muhalefetten yana tüm umutlarını yitirmişti.
Bundan sonraki süreç, Selefi-Cihadi gruplara karşı Batı bloğu ile Esad yönetimi arasında yeni dostluklara hamile iken, Kürt bölgesinden ötürü sorunu farklı algılayan Türkiye’nin izleyeceği yol ise biraz daha merak konusu olmaya aday görünüyor.
Pizza tadında siparişle bir araya getirilen Duha koalisyonu gibi yapay muhalif grupların bu vesileyle miadları dolmaya yüz tutarken, Esad yönetiminin Selefi-Cihadi gruplara yönelik imha operasyonlarında Batı ülkelerinin vereceği muhtemel destek, fiili bir dostluk havasını da beraberinde getirecektir.
Türkiye ise, müttefiklerinin de etkisiyle politik çakılmadan dolayı incinen milli gururunu yeniden kazanmak adına özellikle Kürt bölgesinin belli bir statüye kavuşmaması için azami çaba sarf edecektir. Türkiye, bu çabasında başlıca alternatif iki farklı yöntemden birini seçmek durumunda kalacaktır.
Birincisi; İmralı görüşmeleri ile Öcalan üzerinden Suriye Kürtlerini hizaya sokmayı deneyecektir. Nitekim şu anda bu yönde çabalar yoğunlaşmış durumda ve açıklamalara bakılırsa Öcalan gayet “iyi yolda” yürümektedir. Ancak önüne büyük bir fırsat çıkmış bulunan Kandil ekibinin Öcalan’a rağmen Suriye’deki defakto durumdan kolayca feragat etmesi pek olası görünmüyor.
İkincisi; Şayet İmralı üzerinden geliştirilen Öcalan ile çevreleme stratejisi başarısız olursa, bu kez Esad yönetimi biricik umut ışığına dönüşebilir ve yeni strateji, bu umut ışığına endekslenebilir. Kürt bölgelerinden çekilen Esad yönetiminin, buraları PYD’ye “Emanet” bıraktığı gerçeği sır değildir. Öcalan faktörü işlevselliğini kaybederse, Türkiye, pekala Esad yönetimine yakınlaşarak “Emanetini geri al” telkininde bulunabilir.
Bu durumda “Katil Esed” söylemi, eskiden olduğu gibi pekala yerini “Kardeş Esad”a bırakabilir.