İslam coğrafyasının değişik yerlerinde zulümler-katliamlar oluyor. İslami duyarlılığa sahip kişiler buna tepki olarak sosyal medya üzerinden paylaşımlarda bulunuyor. Kimi zaman bu paylaşımlardan bazılarının yanlış olduğu iddiaları gündeme geliyor. Bu sosyal tepkilerin kaynağının ülkeler arasındaki diyalogları etkilemeye yönelik kampanyalar olduğuna dair iddialar da var.
Doğrusu kalbimin razı olmadığı bu iddiaları konuşacak değilim. Çünkü bazıları, bazı zamanlarda bunları gündeme getiriyor olsa bile, o bahsedilen yerlerde zulmün alası yapılıyor. Değinmek istediğim husus; tepkilerin sönük, neticesiz hatta kim zaman zararlı oluşudur.
Katliam gerçek dünyada oluyor ama tepki sanalda yapılıyor. Zaten Facebook, Twitter'la her şey çok kolay. Oturduğunuz yerden bir iki paylaşım, birkaç tweet ile sızlayan kalbiniz –görevini yerine getirmiş olmanın huzuruyla- rahatlıyor. Katliamlar lanetleniyor geniş katılımlı tag çalışmaları yapılıyor, ondan sonra da hep beraber yeni katliam haberlerini bekliyoruz. İnsan bir süre sonra her şeye alışıyor veya tepkiden de bıkıyor belli ki. Duyarsızlaşma tehlikesi amansız bir ağ gibi zihnimizi sarmış durumda.
Tepkinin sosyal medya üzerinde kalması; bu şekilde duygusal tatmine eren duyarlı kesimlerin reelde herhangi bir faaliyet yapma ihtiyaç ve dürtüsünü kaybetmesi sorundur. Bari eskiden sokaklara dökülürdük. Cılız da olsa basın açıklamaları yapardık. Sokaktaki insanlar tekbirlerle biraz uyanırdı. Son zamanlarda o da yok. Adeta halk olarak tüm toplanma-tepki hakkımızı 29 günlük darbe karşıtı gösterilerde kullanmış gibiyiz.
Ayrıca yanlış çıkan bilgi veya resimlerin sonradan çıkacak doğru resim veya bilgilerin etkisini de olumsuz etkileyeceği aşikârdır. Diğer taraftan bu paylaşımlar neticesinde kimi Müslümanlar “her şey kötüye gidiyor, çaresiziz” kanaatiyle ümitsizliğe sürükleniyor. Bundan daha kötüsü, kimileri de siyasi tarafgirlik saikıyla haklı gördüğü tarafın zulümlerini hoş görmeye başlıyor ve bu şekilde onların zulmüne ortak oluyor. Zalimlerin oluşan bu zihin karışıklığından ve de tepkilerin cılızlığından cesaret alma olasılığı da bir başka tehlike olarak ortadadır.
Diğer yandan; paylaştığımız katliam fotolarında kendimizin de bir mesuliyeti olduğunun hiç farkında değiliz. Hep başkaları suçludur ya o rahatlıkla vahşeti sergileyebildiğimiz kadar sergiliyoruz. Her şeyi kameraya çekmenin telaşındayız. Kameramızdaki her şeyi de paylaşma telaşında… Sanki dünyaya çok güzel bir ortam katmışız, muhteşem eserler bırakmışız da hemen kayıt altına alıp, afişe ediyoruz.
“Çözümde katkın olmayacaksa sorunlardan bahsetme” diye bir söz vardır. Günümüz insanı maalesef çözüme katkı sunmak yerine işi negatife çekip yaptığı o küçük duyarlılıktan da vazgeçecektir. Tıpkı “namaz insanı çirkinlikten alıkoyar” kaidesini duyunca, günahlardan uzaklaşmak yerine namazı bırakan tembel insan gibi. Gayret yok.
Sonuçta “malı-canı vermeden edebiyatın para etmeyeceğini” hepimiz biliyoruz. Ha diyeceksin ki “bir zulmü engelleyemiyorsak en azından duyuralım... Tıpkı şahsımıza yapılan bir haksızlıkta olduğu gibi feryad edelim.” Kabul. Sen de haklısın. Ama şu realiteye bak; sence ben de haklı değil miyim? En azından elimizden gelen boykot silahını kullanıyor muyuz? Yok.