Diyarbakır'da “canavarca hislerle öldürülen” dört gencin katilleri olarak tutuklananlardan dördü tahliye edildi. Öncelikle belirtelim ki; zaten bölge Müslümanları mahkeme kavramını hakların elde edildiği mekân olarak algılamıyor bilakis hakların türlü dolambaçlarla gasp edildiği; hâkimlerin önlerine gelen pusuladaki ibareleri “karar” diye okuduğu yerler olarak algılıyor.
Nitekim 90'lı yılların derin devlet ortamında da, 28 Şubatın cenderesinde de bu hep aynıydı. Müslümanlar Ak Parti döneminde de yargısal kumpasların hedefi oldu. Yasal faaliyetler niyet okumalarla suç kapsamına alındı; masum insanlara onlarca yıl ceza verildi. Öncelikle hukukun buradan nasıl göründüğüne, bu şekilde bir açıklık getirelim.
Diyarbakır'daki vahşetten 3 ay sonra yapılan bazı tutuklamalar bölge Müslümanları için yeni bir durum anlamına geliyordu. İlk kez kendilerini katleden kişilere yönelik operasyonlar yapılıyordu. Müslümanlar buna alışık değildi. Alışılan durum aslında şuydu. Devletin göz yumduğu, Kürt düşmanı örgüt Müslümanları katledecek; kimse ama hiç kimse bunu gündeme bile getirmeyecek; devlet ve devleti idare eden hükümet de görmezden gelecek. Haliyle yargıya da iş çıkmayacaktı.
Ancak 6-7-8 Ekim'de yaşanan büyük vahşetten sonra kimi vicdanlı insanların katliama değinmeleri; 2 hafta sonra devleti idare eden Ak Parti hükümetinin de olaya eğilmesini zorunlu kıldı. Ve geç de olsa ilk kez hukuk Müslümanlardan yana çalışıyormuş gibi göründü.
Daha önce ne dernek çatısında katledilen Ubeydullah Durna için yargı kılını kıpırdattı ne de kıl payı ölümden dönülen onlarca saldırı için kimse sesini çıkardı. Hata dikkat edin Kobani vahşeti sırasında yapılan diğer cinayetler de ört bas edilmiştir. Bingöl'de katledilen iki Müslüman, yine Diyarbakır'da katledilen Cumali Güneş ve Turan Yavaş için de hukukta en ufak bir kıpırdanma yaşanmadı.
O açıdan Aralık ayında Yasin Börü ve arkadaşlarının vahşice öldürülmesine yönelik yapılan tutuklamalar bir ilkti ve belki de bir umuttu. Bu umut, suçluların bazılarının yaptıklarının karşılığını bulmasıyla diğerlerinin biraz durmasına dairdi. Yoksa adalet bekleyen yoktu zaten. Gelinen noktada başta yargılamanın Ankara'ya alınması ve tutuklananlar ile ilgili sulandırıcı haberler; gerek şehitlerle ilgili alçak medyada yapılan haberler ve en son yapılan tahliyeler neredeyse maktulleri suçlu duruma sokacak.
Nitekim biz bunları Türkiye'de yaşadık, yaşıyoruz. Sivas olayları ve sonrasındaki Başbağlar intikam katliamında mağdur olanlar Müslümanlar oldukları halde; onlarca yılla cezalandırılan yine Müslümanlar olmuştur. 28 Şubat davasında yargılananlar 3'ü buradan 5'i buradan serbest bırakıldı; Ergenekon'dan hüküm giyenler, bugün tazminat davaları ile halkın parasına göz dikmişler. Bu bahsettiklerimiz hep koca koca adliye saraylarına sahip ülkemizde oluyor. Hem de Ak Parti döneminde; güya tüm dünyada Müslümanların ve mazlumların hamisi olan Ak Parti döneminde.
Bir kere bu soruşturma ta en başından eksik ve sakat başladı. Taşkınlıkların çağrıcısı taş kalpli eşbaşkan belli, “Diyarbakır'da İŞİD'e çalışan 400 dernek var” deyip hedef gösteren zübük belli, olayları “şanlı serhildan” diye niteleyip sahip çıkan örgüt belliyken birkaç piyonu yakalamak ne işe yarayacaktı. Zaten o maşalardan binlercesi var. Yirmide yirmisine hüküm verseniz ne işe yarayacak. Havaya göre hüküm veren hukuk sistemi yeni bir havayla onları da bir gün savuruverir, efendileri de mecliste katlettikleri Kürtlerin temsilcisi havası atar.
Son olarak; yargıya hiç kimsenin -hatta yargı mensuplarının dahi- güvenmediği bu ortamda mağdurların yanında yer almayan herkes kameti miktarınca mesuldür. Gerek olaya sessiz kalarak göz yuman STK'lar, gerek toplumun kanaat önderleri ve gerek olayın iç yüzünü bilen insanlar, zulme sessiz kaldıklarında zulme ortaktırlar.
Şahsen, emniyeti ve emniyetin bağlı olduğu hükümeti de zulme sessiz kalanlar olarak görmüyorum. Onlar bu vahşete alan açmak, zemin hazırlamak ve vahşileri palazlandırmakla bizzat zulmün ortaklarıdırlar. Zulmün devam etmeyeceği kaidesine binaen ilk şamarı da yediler zaten. Ne mutlu ibret alıp hatadan dönene.