Olayları değerlendirirken sebepleri irdelemek esastır. Mantık bunu gerektirir. Çünkü failin mutlaka bir hedefinin olduğu varsayılır. PKK şiddetini ve gerekçelerini de bu mantıkla değerlendirmek gerekir diye düşünürsünüz. Akılınıza bazı ihtimaller gelir.
Metropollerden şehirlerarası yollara kadar her yerde şiddeti göstererek kimsenin güvende olmadığı hissini oluşturmak; bunun üzerinden hükümete bir kamuoyu baskısı oluşturmak istiyor olabilirler. ABD'de veya Avrupa ülkelerinde bu mümkün olabiliyor. Hatta Amerika'nın birçok savaştan geri durması veya çekilmesinde ölümlerden kaynaklanan bu kamuoyu baskıları vardır. Ancak Türkiye'de durum bu şekilde gelişmiyor. Her saldırıda insanların örgüte yönelik nefreti; bununla beraber devletin örgütle mücadelesine de desteği artıyor. Hatta kimi toplum katmanlarında hukukun askıya alınması bile hoş ve gerekli görülüyor.
Daha da önemlisi; değindiğimiz kamuoyu baskısının oluşmasının şartları mevcut değil. Çünkü o algıyı oluşturacak yeterli bir medya gücü kalmadı. Hükümet medyası askere polise tezahürat heyecanında, Doğan medyası başlarındaki vergi-yargı kılıcı sebebiyle yarı biat moduna girmişti; darbe girişimi sonrasında hükümetle kenetlendiler, Gülen medyası zaten murdar oldu, geriye marjinal kalan bir kısım medya kalıyor. Onları da dinleyen yok.
Veya diyebilirsiniz ki PKK kendisine destek vermeyen halkı ve özellikle de bazı yerleşim yerlerini cezalandırmak istiyor. Örnek; Çınar, Midyat ve en son -onca ısrara rağmen çukur kazmayan- Kızıltepe… O zaman kaleleri hükmündeki Cizre'yi, Sur'u ve daha öncesinde Silvan'ı, Varto'yu nereye koyacaksınız?
Hadi diyelim ki o zaman “devrimci halk savaşı” diye bir strateji vardı. Bir hedef gözetiliyordu. O halde Nusaybin'i, Şırnak'ı, Yüksekova'yı nereye koyacaksınız. Çünkü bu yöntemin tüm çabalara rağmen başarı kaydedemediği Cizre'de anlaşıldı. Kaybedilen bir oyunun tekrarı kime ne fayda vermiştir? Bu arada Yüksekova'yı ayrı tutmak lazım… Başka yerde yaşanmayan bir durum Yüksekova'da yaşandı. Yaygın kanaate göre anlaşma sağlandı, koridor açıldı ve bu şekilde kimsenin anası ağlamadı.
İhtimaller aklınıza ikna edici gibi görünmedi değil mi? Doğrudur. Peki neden akla uymuyor? Çünkü akla mantığa göre hareket etmiyorlar. Daha doğrusu kendi akıllarına göre hareket etmiyorlar. Piyondurlar ve kendilerine ne emir verilirse onu yerine getiriyorlar. Stratejideki tezat ise her konjöktürde farklı bir şeytanın emir neferi olmalarındandır.
Bu açıdan aslında; PKK şiddetine bir sebep de bir amaç da belirtmek gereksizdir. Stratejik körlük içerisinde gerekçesiz bir şiddet sarmalına girmiş bulunuyorlar. Adeta ringdeki boksörün ağzı burnu dağıldığı halde dövüşe devam edişi gibi bir durum var. Hatta ring de değil tam bir arena… Asker-polis veya PKK'li birisi mutlaka ölecek. Arenadan farkı; seyredenlerin de yoğunlukla ölmesi… Yani her yönüyle ölüme dayalı bir program... Planlamada ihya veya imar yok. İmar olsa dahi ölümle ilgili: Mezarlık inşası mesela... Bir de heykeller var. Ölü…
Biraz geriye dönüp baktığımızda son bir yıldır şu filmi izledik: Devlet önce çekiliyor(ki şimdi bu hal FETÖ'ye mal edilir oldu), örgüt yığabildiği kadar militan ve cephane yığıyor. Döşeyebildiği kadar patlayıcı yerleştiriyor. O sırada halk orayı terk ediyor. Hazırlıklar tamamlanınca, devlet etrafı kuşatıp şehre çöküyor. Artık birileri ölene kadar yıkıma ve bombardımana devam… Nusaybin'de teslim olarak arenadan çıkabilen oldu ama ölen veya cesedi yığınlar altında kalan binlerce kişiye göre bu bir istisna değerinde kalıyor.
Ve son aylarda artık “devrimci halk savaşı” evresi yerini “evrimleşmemiş halkla savaş” dönemine bıraktı. Sivil yerleşim yerlerinde bombalar patlatılıyor, cesetler parçalanıyor. Ciddi bir tepki yok. Ölmeye/öldürülmeye alışkın bir halk kitlesinin öğrenilmiş çaresizlik içindeki yalnızlığını ve çaresiz bekleyişini yaşıyoruz. Şiddetin sahibi belli, mağdur belli – ki hiç değişmedi: halk- ama o şiddetin sahibi bu halktan beslenmeye devam ediyor.
Diğer yandan devletin tepesi darbe girişimi ile meşgul. PKK şiddeti, devletin bekasına yönelik bir tehdit olmadığı ve zarar gören de siviller ve herhalde özellikle de Kürtler olduğu için öncelikli bir mesele olmuyor. Kınamalar yapılıyor. Geniş çaplı operasyonlar düzenleniyor.
Biz de vahşeti görünür kılmak için âcizane sosyal medyada etiket çalışmasına katılıyoruz. Sonra ne mi oluyor? Sonra, yeni dehşet haberleri için kan emicilerin kana ihtiyaç duydukları anı bekliyoruz. Zalimler için yaşasın Cehennem! Sebep olanlarla beraber…