Kaynayan suya bir kurbağa atarsanız, elbette ki çılgınca kaptan çıkmaya çalışacaktır. Fakat onu ılık suya koyar ve suyu yavaş yavaş ısıtırsanız, uysalca orada oturacaktır. Su yavaşça ısındıkça, kurbağa rahat bir uyuşukluk haline geçecektir, sıcak banyo yapan biri gibi ve çok zaman geçmeden, yüzünde bir gülümsemeyle, karşı koymadan kaynayarak ölmeye doğru gidecektir.
1800’lü yılların başından itibaren İslam dünyasının tabi tutulduğu süreç budur. Yani Tanzimat, Islahat, Meşrutiyetler, Cumhuriyet, 27 Mayıs,12 Mart, 12 Eylül, 28 Şubat ve hatta 27 Nisan e-muhtırası…
Bu aşamalardan geçen Müslüman halk, adeta narkozlandı. Fransız ve İngilizlerin dokunmaya cesaret edemediği kutsallar, Müslüman adı taşıyan idareciler eliyle ceberrut ve tepeden inmeci yöntemlerle zir u zeber edildi. Karşı konması uğruna büyük bedeller ödenen haramlar, içtimai hayatın kılcal damarlarına yavaş yavaş zerk edildi.
Düne kadar telaffuzu dahi gayr-ı kabil olan şirretlikler, bugün hiçbir aksü’l amel görmeden neşv ü nema buluyorsa, bunun nedeni, dini hassasiyetlerin yukarıdaki imbiklerden ustalıkla geçirilerek damıtılmış olmasıdır.
Haramları kanıksayan toplumsal bünyede, bir İslam toplumunda asla olmaması gereken boşanma sayılarındaki orantısız artışlar, intiharlar, depresyon, mani depresif ruhsal çözülmeler, melankoli, sebebi bilinmeyen sıkılganlıklar, dünyevi ikballer uğruna dolap beygiri misali sınavdan sınava koşturulan ve hayattan hiçbir beklenti içinde olmayan genç kalabalıklar... Bunların tamamı bu sürecin tabii sonuçlarıdır.
“Küresel Siyonizm”in Osmanlı’ya temas etmesiyle başlayan bahse konu süreçte yönetici elit, suyu ısıtma işlemine laik ve Kemalist Cumhuriyet’le başladı. 60 İhtilaline kadar suyun derecesinin yükseltilmediği bu süreçte, Müslüman halk hala Şer’i taleplerle meydana çıkabiliyor ve kaynağını İslam Şeriatı’ndan alan toplumsal hassasiyet ve refleksler ortaya koyabiliyordu.
İhtilalden hemen önceki süreçte Başvekil Adnan Menderes’in meclise hitaben yaptığı bir konuşmasında, “Efendim! Yüce heyetiniz arzu ederse Hilafet’i dahi avdet ettirebilir.(Geri getirebilir)” demiş olması son derece dikkat çekicidir.
60 İhtilali ile bu hassasiyetlerin tamamı törpülendi. Yani su biraz daha ısıtıldı. Bu topraklarda gözü olan ve imparatorluklar kurmuş, imparatorluklar yıkmış, taş üstünde taş bırakmamış Haçlı zihniyetinin devamı olan güçlerin dahi cesaret edemediği uygulamalara imza atıldı. İslam tarihinde bir ilk olarak ezan Türkçeleştirildi. Kur’an öğrenme ve öğretme yasaklandı vs.
Kulağa hoş gelen, adına modernleşme ya da çağdaşlaşma denen ve itiraz edenin Siyonist ve emperyalist medya tarafından tecrit ve mahkûm edildiği kavramların arkasına sığınılarak, şeytanizmin her zamanki tahrip aracı olan “kadın cinselliği” üzerinden amansız bir hayâsızlaştırma projesi yürürlüğe kondu.
Saçının tek bir telini dahi göstermeyi “zül” kabul eden ve adı sorulduğu vakit, “Adım başkasına bağışlanmıştır.” diyerek Şuayb Peygamber’in(as) kızları misali, “istihya” yı netice veren bir vakurlukla mukabelede bulunan Ümmet-i Muhammed’in kızları ve kadınlarının izzet ve hürmetleri alçakça payimal edildi.
Bu şeytani projenin küresel ölçekteki sahipleri, yerel taşeronları vasıtasıyla “Altın Vuruşlarını” 28 Şubat’la gerçekleştirdiler. Su, kaynama derecesine yükseltildi.
“İslamcıları Ehlileştirme (manen öldürme)” projesi adını da verebileceğimiz ve birkaç tankın paletlerinin gürültüsü arasında ustalıkla kamufle edilmeye çalışılan bu süreç, son tahlilde, tefekkürü ve tezekkürü meslek edinen feraset, basiret ve hamiyet sahiplerini ürkütecek boyutlara varmıştır.
Her yeri kasıp kavuran şiddetli bir yangının hızla yayıldığından bihaber narkozlanmış bünyeler, “Hiç ölmeyecekmiş gibi dünya için çalışmaya özendirilmekte, yarın ölecekmiş gibi Ahirete hazırlanma” ise el birliği ile rafa kaldırılmaktadır.
En acı olanı ise, toplumu ve idarecileri ikaz etme sorumluluğu bulunan âlim ve şeyh efendilerin de, (Gayret sahibi üstatlarımızı tenzih ederim) bu mayışma ortamının rehavetine kendilerini kaptırmış olmalarıdır.
Meclis Darbeleri Araştırma Komisyonu’nun, darbenin gerçekleşmesine katkı sunan zurnanın son deliklerini hesaba çekmesinden büyük bir keyif alan mütedeyyin(!) çevrelere, projenin asıl sahiplerinin de mevcut durumdan çok memnun olduklarını hatırlatmak isterim.
“Bakın, 28 Şubat bin yıl değil, on beş yıl bile sürmedi.” şeklindeki sözlere kıs kıs güldüklerini de…