Şimdi de devam ediyor mu bilmiyorum, eskiden Kayseri'de bir tüccar yanında çalıştırmak için bir çocuk alacağı zaman ciddi elemelerden geçirirdi. Doğru sözlü olup olmadığını, çalıp çırpma gibi huylarının olup olmadığını defalarca denerdi, çocuk bunun hiç farkına varmazdı. Çocuk bu sınavları kazanmışsa onunla çalışmaya başlardı. Artık onu yanından kaçırmamak için elinden geleni yapar, ücret bakımından emsallerinden geri bırakmazdı.
Bu çocuk iyice olgunlaşıp işinin erbabı olduğunda bu defa ona ücretten başka biraz hisse verir, kendisine ortak ederdi. Hatta nihayetinde askerlik dönüşü ona kızını verir, kendisine damat yapardı.
Bilmiyorum ama bu akıllıca bir yoldur. Eğer o çocuğa hak ettiği şeyleri vermezse biliyor ki yarın karşısına rakip olarak çıkacak, belki hemen karşısına bir dükkân da o açacaktır. Burada her şey varıp hakkâniliğe, karşısındakini anlamaya, kendisini onun yerine koyabilme hasletine dayanıyor.
Gelelim ayrılık meselesine, yani iş yerlerini ayırma, ortaklığı bozma meselesine. İster bu şekilde çocukluktan başlayan bir ortaklık olsun, ister sonradan kurulmuş bir ortaklık olsun.
Eğer büyük hisse sahibi olan kişi ortağının kendisinden ayrılmasını istemiyor, bunu hayırlı görmüyorsa oturur konuşurlar. Özellikle ortağının niçin ayrılmak istediğini, nelerden rahatsızlık duyduğunu, neler talep ettiğini dinler, öğrenir, mümkün olduğu kadar taleplerini yerine getirmeye çalışır, eğer onun ayrılmasını istemiyorsa.
İcabında bir dengesizlik varsa hisseler yeniden belirlenir, hatta iş yerinin isminde, levhasında ufak değişiklikler yapılabilir.
Daha açıkçası, ayrılığı istemeyen kişi diğerine yalvarır; yapma, etme, eyleme, gitme der.
Evet, bizim bildiğimiz, şahit olduğumuz bütün ticari ayrılıklar aşağı yukarı böyle olup biter.
Bazen de ayrılmakta fayda görülürse beş aşağı beş yukarı hisseler tespit edilir ve ayrılık gerçekleşir.
Aslında sosyolojinin kanunları aynı şekilde işler, bireylerin en küçük topluluğu ile büyük toplumların hayatları da aynı kanunlara dayanır veya dayanmalıdır. Bunun dışına çıktığınızda mutlaka fitne ve kaos çıkar.
Ayrılmak istemeyen ortaksanız eğer karşınızdakine şu soruları sorduğunuzda evet cevabını almalısınız.
-Niçin ayrılmak istiyorsun kardeşim? Akşam olduğunda kazandıklarımızı hakkâni bir şekilde bölüşmüyor muyuz?
-Seni incitecek, senin itibarını zedeleyecek, seni tahkir edecek veya seni hiç yok sayacak bir tavır ve davranış gördün mü benden?
-Bu işyerine gelenler seni buranın bir hissedarı, ortağı olarak görmüyorlar mı? Sanki sen hiç yokmuşsun gibi mi davranıyorum?
Demek istediğimiz odur ki, ayrılmayı istemeyen kimseye düşen görev karşısındakini dinlemek, meşru taleplerini mümkün olduğu kadar yerine getirmektir.
Bilmem bir şeyler anlatabildim mi, biraz kuş dili gibi oldu.
İnşaallah bu konuya bu mantık üzerinden yaklaşmaya devam ederiz.