Kayyum; başkalarına ait bir malın veya işin, belli süreliğine başkaları tarafından yönetilmesi, işletilmesi anlamındaki hukuki bir terimdir.
Mahkemelik davası görülen veya teftişlik kişi veya kurumlara ait süreçlerde kayyum atanır. Bu davaların sonucunda da bir işin başındaki atanmış veya seçilmişin yerine kayyum atanabilir.
Buraya kadar normal ama özellikle halkı Müslüman ülkelerdeki uygulama anormal.
Malum Arap ülkeleri kayyumlarla yönetiliyor. Halk iradesinin bir kıymeti yok.
Beğenelim beğenmeyelim, -teröre bulaşmamak şartıyla- bir halkın seçtiği her makam sahibi makamında kalabilmelidir. Bu, bir lütuf değil; kazanılmış haktır. Hakkın ise “alınır verilmez” gibi bir özelliği vardır. Buna saygılı olmak da insani ve İslami bir görevdir. Aksi bir tutum ve davranış, insanlık onurunu rencide eder!
Türkiye seçim sath-ı mailine girmiş. Herkesin bir hesabı, bir hedefi vardır. Ebetteki her şehir veya belde için kazanan bir kişi olacak; diğer bütün kişi ve partiler kaybedecektir. Bu mukadderdir.
Her defasında ezici halk iradesiyle seçilen Sayın Cumhurbaşkanı, iç ve dış tüm dayatmacı çevrelerin komplolarına, tehdit ve dayatmalarına karşın yoluna devam etmiş, Hakk'ın gücü anlamına gelen halkın gücünü hep yanında hissetmiş bir siyasetçidir. Tek başına, kendi söylemi ve yüreğiyle de bunu hak etmiştir.
Ne var ki son girdiği seçim; bu halk desteğinin öyle çantada keklik olmadığını göstermiştir. Muhalif cephenin ikna ve telkinlerine, şantaj ve montajlarına rağmen, inadına Sayın Başkan'a reyini veren önemli bir kesimin artık kafası karışık, gönlü kırıktır. Pire için yorgan yakacak kesimler türemiş.
Özellikle “Çözüm Süreci'nden” sonra, başka bir partiyle, resmi ve gayri resmi yürütülen koalisyon da gösteriyor ki Sayın Başkan da yeterli desteği alamayacağının farkında...
Doğu'da durum vahim.
Erdoğan'ın zayıflamasının pek hayırlı olamayacağını düşünenlerdenim şahsen ama durum ortada.
Sayın başkan, daha şimdiden “kim kazanırsa kazansın, terörle bağlantısını tespit ettiğimiz anda kayyum atarız” demiştir. Bu, endişe verici bir ifade.
Yıllarca “terör/terörist…” tanımının bizde ne olduğunu pek biliriz. Birilerinin gördüğü lüzum üzere, bir başkasını veya bir sosyal çevreyi, dernek veya vakfı terörist ilan ettiğini, edebildiğini görmüş bir toplum var ortada.
Türkiye'de, özellikle de Doğu'da “terörle ilişkilendirilmeyen, terörist ilan edilmeyen yapı” kalmadı gibi. Bir Başbakan'ın dahi acınır hale düştüğü, sonunda da idam edildiği bir ülkedeyiz. Elifba dersinde, cami yolunda alınıp müebbet yiyen yüzlerce kişinin hala zindanlarda olduğu bir ülkeyiz.
Halk iradesinin daha şimdiden belini kırmaya, sandık sonuçlarını görmeden sandığı ve seçmen iradesini mahkûm etmeye ne derler sizde?
Özellikle Doğu'daki halk, bunu bir tehdit olarak algılamaz mı?
Batıdan esen İttihat ve Terakki zihniyeti Hilafeti infazla lağvettiğinde, “din ve hilafet elden gidiyor” diye kardeşlik ve tevhit adına isyan eden, sorgulama yapan bir Kürt halkını resmiyete bağlayan duygusal bağların yıpranmakta olduğu bir gerçek.
Kadim kardeşlerden Türk ve Kürtler, ümmetin en iyi kenetlenmiş, uyuma girmiş mütemmim cüzleridir.
Sonuç olarak; halk iradesi neyi/kimi seçerse saygı gösterilmeli. Ayar çekme ve sosyal mühendislik ifadeleri; geri teper, zarar getirir. Halktan gerekli desteği alamayacak olanlar da halkı ve iradesini yargılama yerine, neden dışlandıklarını düşünmeli, hatalarını teraziye koymalı. Çünkü;
“El ariftir yoklar senin bendini / Dağıtırlar tuzağını fendini / Alçaklarda otur gözet kendini/ Katı yükseklerden uçucu olma” (Karacoğlan)
Müslüman ülkelerde, -sözde- “çözüm reçetesi sunan her karanlık çevre taban buluyorsa; buralardaki rejim veya iktidarlar da yaşadıkları kriz ve kaosları sebebini lütfen düşünmeli; bu da yetmez, gereğini yapmalı vesselam.