Son zamanlarda iki muhafazakar kanalımız her hafta Kemal Sunal filmi koyup seyrettiriyorlar. Bugüne kadar yüzlerce kez seyredilmiş Sunal filmlerinin hala büyük bir kitle tarafından seyrediliyor olmasının bir anlamı, sosyo-psikolojik bir açıklaması olması gerekir. Yeni Binyıl Gazetesi’nde (9 Temmuz 2000) bu konuyu ele almıştım. Şimdi bir kez daha ele almakta fayda görüyorum. Belirtmek gerekir ki Türk sinemasının önemli bir siması olan Kemal Sunal’ın beyaz perdede çizdiği portrenin Türk toplumunun bir aynası olduğunu herkes kabul ediyor.
Kuşkusuz filmlerinin teknik ve estetik standartları yüksek değildi, dünya sinemasıyla mukayese edildiğinde hayli düşük sayılır. Ancak yine de Kemal Sunal’ın bir filmi en az 20 defa seyredilmedikçe “ikinci defa seyredilmiş” sayılmaz. Muhtemelen filmlerdeki bu sırrı çözen televizyon kanallarının her biri keşfettikleri bu madeni son noktasına kadar sömürme düşüncesiyle bu filmleri seyirciye bu hala “ikinci defa” seyrettirmeye devam ediyorlar.
Bu filmlerden baş rol oyuncusu hariç herkes yararlandı. Kemal Sunal bu filmlerle ilgili kontrat imzaladığında, günün birinde filmlerinin televizyon kanallarında yüzlerce defa gösterileceğini ve reyting rekorları kırıp ticari firmalara milyarlar kazandıracağını hesaba katmamıştı. Bana kalırsa zamanında “rıza ve kabul esası”na göre imzalanmış olsa da, bugün için bu adil ve hukuki olmayan bir anlaşmadır. Televizyonların araya girmesinden sonra “önceden hesapta olmayan etkileyici faktör”ün ortaya çıkması dolayısıyla dava açabilir ve yeni telif hakları isteyebilirdi.
Kemal Sunal, bir sinema oyuncusu olmanın ötesinde toplumsal bir fenomendir. Ama bu fenomen giderek aşılmakta, yerini yepyeni toplumsal ve küresel gerçekliklere bırakmaktadır. Bu açıdan bakıldığında Kemal Sunal, zamanını şaşırmış bir role mecbur edilmeden tam zamanında ve herkesin damağında güzel bir tad bırakarak bu dünyadan ayrıldı. Bugünün Türkiyesi, kentleşmenin tamamlanması ve küreselleşme sürecinin kendini dayatması dönemini yaşıyor; bu süreci anlatmak için yeni Kemal Sunal'lar bulmak gerekir.
Ancak yine de bugünü anlamak için Kemal Sunal’ın en yüksek performans gösterdiği 1970-1990 arası yıllarda başrol oynadığı filmlere yakından bakmak gerekir.
Kemal Sunal’la ilgili birkaç tez öne sürülebilir. Bunların hepsinin gerisinde Türkiye’nin o yıllarda yaşadığı “kitlesel göç” temel bir faktör olarak öne çıkmaktadır. 1950’lerde Truman Doktrini çerçevesinde Amerika’nın Türkiye’ye yaptığı Marshal yardımlarının kullanılması göçün itici gücü olmuştur. O günden bugüne göç sürüyor. Şimdi ülke nüfusunun yüzde 65’i kentlerde yaşıyor ve artık “köyden kente göç” yerini “kentten kente göç” olgusuna bırakmış bulunmaktadır.
Kemal Sunal’ın filmlerinde “toprak ağası”na, modern kentin “fabrika patronu”na ve yer altı dünyasının “mafya babaları”na karşı verilen mücadele bu filmleri hem seyircinin ilgi odağı haline getirmiş hem de bu dehşet verici yeni sosyal yapı karşısında insanların edilgen bir ruh hali içinde pasifize edilmelerine sebep olmuştur. “Şaban”, “Kapıcılar Kralı”, “Bekçiler Kralı” vb. tiplemelerde esas olan eşitsiz siyasi, sosyal ve ekonomik düzenin belirleyici vasfıdır. Toplumsal kesimler ve özellikle kenarda yaşamak zorunda bırakılanlar bir tür determine edilen nesneler konumundadırlar. Bu tiplemelerde senarist veya rejisörlerin keşfettiği tek önemli unsur, geleneksel masal ve hikâyelerimizde “şans”la telafi edilen güçlükler ve “garip kuşun yuvasını Allah yapar” telakkisinin “mutlu son”un ortaya çıkmasında yerli yerinde kullanılmasıdır. Bu tiplemede “açıkgözlük, kurnazlık ve dolayısıyla kendince bir zeka”ya da pay verilmektedir, ancak her defasında bunlar somut ve rasyonel açıklaması mümkün olmayan bir “şansın desteği”nde, rasyonel izahı olmayan talihle iş görebilmektedirler. Halkın algı dünyasında şans, talih ve kurnazlığın bir araya gelmesi, aslında halk dediğimiz soyut kitlenin sabit, erdeme dayalı ve ilkeler çerçevesinde teşekkül eden güçlü bir ahlaki değerler sistemine çok da değer vermediğini gösteriyor. Kısaca herkesin bilinçaltında öc almak, statü değiştirmek ve güç sahibi olmak için gerektiğinde ahlak ve yasadışı yollara başvurulabileceği fikri yedekte tutulmaktadır. Bu bizi, ağa, patron ve mafya babasının ahlaki ve hukuki zeminde sorgulanmadığı fikrine götürür ve bu açıdan bakıldığında Kemal Sunal’ın filmleri “demokratik bir mücadele”nin şekillenmesi, sivil hak arayışının zemin bulup toplumsal kültür tarafından içselleştirilmesi açısından “zararlı” olmuştur. Bir sonraki yazımızda Kemal Sunal’ın demokratik siyasetteki karşılığını ele almaya çalışacağız.