Kemalist bir eğitim derneğinin başkanının Bediüzzaman Said Nursi ile ilgili iddia ve suçlamalarına cevap veriyorduk.
Şöyle demişti:
“Bölücülüğü, Cumhuriyetimizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk, Cumhuriyet ve aydınlanma düşmanlığı tescilli olan Said Nursi(Kürdi)'nin adının bir erkek öğrenci yurduna verilmesi kabul edilemez”
Bu suçlamada söylenen “bölücülük”, “Cumhuriyet ve aydınlanma düşmanlığı” suçlamalarını ayrı ayrı değerlendirmeyi düşünüyoruz.
“Bölücülük” iddiasıyla başlayalım. Bundan önce de Risale'den alıntılarla Said Nursi'nin ne düşündüğüne bakalım.
Üstad, Kürd olduğunu belirtir ve önemli özelliğe dikkat çeker:
“Biz ki Kürdüz. Aldanırız, fakat aldatmayız. Bir hayat için yalana tenezzül etmeyiz…” (Divân-ı Harb-i Örfî, Yarı Cinâyet)
Milliyetçiliğe çok sert eleştiriler yöneltir Üstad. Gaflet, dalalet, riya ve zulmetin dışında milliyetçilerin milliyeti mabud ittihaz ettiğini söyler ki, bu meselenin anlaşılması için oldukça önemli bir bakış açısıdır.
“Asabiyet-i cahiliye, birbirini tesanüd edip yardım eden gaflet, dalâlet, riya ve zulmetten mürekkep bir macundur. Bunun için milliyetçiler milliyeti mabud ittihaz ediyorlar. Hamiyet-i İslâmiye ise nur-u imandan in'ikas edip dalgalanan bir ziyadır.”(Bediüzzaman Said Nursi, Mesnevi-i Nuriye)
Milliyetçiliğin adaleti esas almadığını belirtir Üstad. Adaletin olmadığı yerde zulüm vardır. Her insanın hak sahibi olduğu gerçeği milliyetçinin zihin dünyasında bir şey ifade etmez. Hatta zulüm ve cinayetler hak olarak görülebilir ve bu durumda insani değerler darmadağın olur.
“Unsuriyet ve milliyet esasları adaleti ve hakkı takip etmediğinden zulmeder, adalet üzerine gitmez. Çünkü unsuriyetperver bir hâkim milletdaşını tercih eder, adalet edemez.”(Bediüzzaman Said Nursi, Mektubat, On Beşinci Mektup)
Milliyetçiliğin ifsad edici bir hastalık olduğunu, bu hastalığın da Kur'an'ın verdiği reçeteyle tedavi edilmesi gerektiğini belirtir Üstad. Bu tedavide ilim ve eğitime ağırlık verilmesi gerektiğinden; ancak bu yolla Müslüman zihinlerin “İslamiyet milliyeti” fikriyatını anlayabileceğinden söz eder.
“Camiü'l-Ezher Afrika'da bir medrese-i umumiye olduğu gibi; Asya, Afrika'dan ne kadar büyük ise, daha büyük bir Darü'l-Fünun, bir İslâm üniversitesi Asya'da da lâzımdır."
"Ta ki, İslâm kavimlerini, meselâ: Arabistan, Hindistan, İran, Kafkas, Türkistan, Kürdistan'daki milletleri, menfi ırkçılık ifsad etmesin. Hakikî, müsbet ve kudsî ve umumî milliyet-i hakikiye olan İslâmiyet milliyeti ile Kur'an'ın bir kanun-u esasisinin tam inkişafına mazhar olsun.” (Emirdağ Lahikası-II)
Diller ve renklerin “Allah'ın ayetleri” olduğu gerçeğinden yola çıkan Üstad, Kürtlerin dillerini yasaklayan inkarcı ve asimilasyoncu zihniyeti reddeder ve dayatmacı vahşi davranışı mahkum eder. Hakkın ve adaletin takipçisi bir Müslüman olarak böyle bir zulme tabi olmayacağını söyler.
“Eğer milyonlarla efradı bulunan ve binler seneden beri milliyetini ve lisanını unutmayan ve Türklerin hakikî bir vatandaşı ve eskiden beri cihad arkadaşı olan Kürtlerin milliyetini kaldırıp onların dilini onlara unutturduktan sonra, belki, bizim gibi ayrı unsurdan sayılanlara teklifiniz, bir nevi usul-ü vahşiyâne olur. Yoksa sırf keyfîdir. Eşhâsın keyfine tebaiyet edilmez ve etmeyiz!” (Mektubat, 29. Mektup)
Said Nursi'nin hayatı ve eserleri ortadadır. “İslam milleti”ne ve Müslümanların kardeşliğine bu kadar vurgu yapan birini “bölücülük” ile suçlamak cahillikle olduğu kadar ‘suçlu iken güçlü görünme' çabasıyla da alakalıdır.
Aslında bölücü olan Kemalist zihniyettir.
Milletleri bir arada tutan Osmanlıyı yıkıp yerine ulusçu mantığı esas alan bir sistem yerleştirmek bu coğrafyayı bölmek değil midir?
Kemalist zihniyet, birleştirici değil, ayrıştırıcı; renkliliği kabul eden değil, tektipleştiricidir.
“Kemalizm bir sınıfa değil ulusa dayanır” iddiasının da tutarlılığı yoktur. Osmanlı ailesine karşı çıkan Kemalistlerin ilk yaptığı iş batılı yaşam tarzına sahip kişilerden oluşan bir sınıf oluşturmak değil miydi? 1946 yılına kadar köylülerin Ankara'da Ulus ve Kızılay bölgelerine girmesi yasaktı. Cumhuriyetin ilk yıllarında bir “zengin sınıf” oluşturma çabasına girildiği, İş Bankasının bu niyetle kullanıldığı tezi kimi tarihçiler tarafından dile getirilmektedir.
Ulusçuluğu Kemalist dünya görüşünün temel öğesi olarak kabul eder Niyazi Berkes. Buradan yola çıkan Berkes, ‘ulus olmayı tarihsel bir zorunluluğun eseri olarak Doğulu bir geçmişe sahip Türk toplumunun çağdaşlaşabilmesi için olmazsa olmaz niteliklerden biri olarak' gördüğünü belirtir.
İşte budur Kemalizm!
Ulusçuluk ve Batılılaşma ideolojileri ile köklerinden uzaklaşma, değerler dünyasını terk etme, Arapları ihanetle suçlarken, Kürtlere yönelik inkar ve asimilasyon politikaları uygulama…
Bunun adı bölücülük değil mi?