İranlı General Kasım Süleymani Amerika tarafından vurulunca farklı tepkilere şahit olduk.
Aslında bu çok da garip bir şey değil. Neticede işin içinde İran, Amerika, Avrupa, Çin, Rusya, Suriye ve Körfez var. Böyle zamanlarda genelde insanlar olaya değil de yakın durdukları yere göre değerlendirme yaparlar.
Ama Kemalistlerin tavrı oldukça şaşırtıcıydı.
Özellikle Perinçekgiller bu konuda kendilerini aşacak, kamuoyunu şoka sokacak girişimlerde bulundular.
Vatan Partisi ve TGB gerek resmi açıklamalarında gerekse de sosyal medya çalışmalarında oldukça keskin bir tutum sergilediler. “Hepimizin şehidi” diye de bir tag açtılar. Doğu Perinçek şöyle bir mesaj paylaştı: “İran Devrim Muhafızları Kudüs Gücü Komutanı General Kasım Süleymani ve Haşdi Şahabi Komutan Yardımcısı Mühendisi, Karadeniz’den Umman Denizi’ne uzanan insanlık cephesinin şehitleridir.”
Perinçek’in 90’lardaki faaliyetlerinden, çıkardığı “2000’e doğru” dergisinin hemen her sayısında İslam’a, Peygamber’e, Kur’an’a hakaret ettirdiğinden, Pkk kamplarına giderek ziyaretlerde bulunduğundan, Pkk’yi Hizbullah’a karşı kışkırttığından söz etme gereği duymuyorum.
Merak edenler arşivlere bakabilirler.
Beni daha çok “hızlı değişim” şaşırttı.
Perinçek’inkine benzer şaşırtıcı bir açıklama da “Karanlık oda”nın sahibi Soner Yalçın’dan geldi.
Yalçın da Perinçek gibi Marksizmi Kemalizm ile uzlaştırmaya çalışan ilginç bir tip.
Birçok bilgiyi yan yana getirmesiyle insanları şaşırtıyor. Bu arada verdiği bilgilerin arasına itinayla yalan ve kirli bilgiyi yerleştiriyor.
Soner Yalçın, Süleymani için üzülmüş. Yazısından bazı bölümler alıyorum:
“Geçen pazar günü…
Emekli bir subayı telefonla aradım. Kapalıydı telefonu. Geç aradı.
-“Kusura bakma İran'daydım” dedi. Kasım Süleymani'nin cenaze törenine gitmişti:
-“Arkadaşımdı” dedi; “Yıllarca beraber çalıştık!”
Mehmetçik'in PKK'ya yönelik sınır ötesi operasyonlarında (koordinat bildirme gibi) en büyük yardımı aldığı isimlerin başında Kasım Süleymani geliyordu!
Kasım Süleymani'nin ABD'nin maşası haline getirilen PKK gibi örgütlere karşı verdiği mücadele sır değil.”
Kendi “mahallesini” de sorguluyormuş intibaını veriyor Yalçın:
“Haksızlık yapmak istemem; düşünsel çıtası hayli düşürülmüş “Bizim Mahalle”deki kimileri de son 30 yıldır aynı emperyalist safta:
-“Türkiye İran Olmayacak!” sloganını bize kimler neden attırdı?”
Salman Rüşdi sonrası Türkiye’deki Kemalist sol kesimde İran karşıtı tepkilerden, hakaretlerden, “Molla kendini kolla” manşetlerinden söz açmıyor ve sanırım herkesin de unutmasını istiyor S. Yalçın.
Ama ah şu arşivler!
14 Kasım 2010 tarihli yazısına şöyle bir başlık atmış Soner Yalçın: “Türkiye İran olmayacak.”
Başlık o dönemin en ünlü Kemalist sloganı. İlginç olan ise ilk satırlar…
“Atatürk’ün böyle bir söz sarf ettiğini bilmiyordum. Okuyunca çok şaşırdım. Günümüz mitinglerinin vazgeçilmez sloganını Atatürk 86 yıl önce söylemişti.”
Atatürk’e bile “Türkiye İran olmayacak” sloganını attıran Soner Yalçın, şimdi kolaylıkla sıyrılıyor işin içinden. Yine başkalarını suçluyor.
İran ile ilgili “yanlış anlamalarda” meseleyi ustalıkla Batı ve FETÖ’ye getiriyor:
“Yakın tarih “okumalarını” gözden geçirmek zorundayız.
FETÖ polis yalanlarının yapılan politik değerlendirmelere etkisi ne oldu?
Mesela bir polis raporu şöyleydi:
-“Yapılan istihbari ve operasyonel çalışmalar sonucu, gazeteci-yazar Uğur Mumcu suikastı ve diğer büyük suikastların daha çok İran Devrim Muhafızları'na bağlı Kudüs Ordusu'na mensup şahısların plan ve yönlendirmeleri neticesinde icra edildiği anlaşılmıştır…”
Soner Yalçın, bu cinayetlerde İran’ı akladıktan sonra durmuyor ve asıl failleri de gösterme hevesine kapılıyor. Tabii bu arada elinde ne polis ne de istihbarat raporları vardır. Ama bu önemli değildir. Yıllarca ellerinde bilgi ve belge olmadan kişi ve grupları suçlama ve hedef gösterme konusunda oldukça uzmandırlar.
“Artık… Bu bilgilerden kuşku duymak gerekmiyor mu? Kaynağı 2000 yılında İstanbul Beykoz'da yapılan Hizbullah operasyonuydu. İyi de… Bu Hizbullah'ın İranla-Şiilikle ilgisi neydi? Suriye İhvanı / Müslüman Kardeşleri yolunu benimsiyordu örgüt. Keza: Bu örgütten kopan grup da Mısır İhvan Et Tekfir Ve'l-Hicre yolundan gidiyordu. Bu grup Aksoy, Üçok, Mumcu, Kışlalı cinayetini işlemişti…
İran bu cinayetleri neden işlesin?”
Hizbullah, Suriye İhvan’ı, Tekfir ve’l Hicre…
İlginç isimleri yan yana getirerek şaşırtmaya devam ediyor.
Aslında Soner Yalçın, sözünü ettiği cinayetlerin ne İran ne de Hizbullah tarafından işlenmediğini iyi biliyor, çünkü o dönemlerde istihbarattan okkalı bilgiler alıyordu. Adı geçen isimlerin mafya-derin devlet-istihbarat çekişmesinden dolayı öldürüldüklerini iyi biliyor Yalçın. Dönemin şartları gereği İran’ı suçlamanın en doğru yöntem olarak kabul edildiğini de iyi biliyor.
Tabii şuna da değinmeden edemeyeceğim. “Mısır İhvan Et Tekfir Ve'l-Hicre” ismi dikkatinizi çekti değil mi? Soner Yalçın, İhvan ile Tekfir ve Hicre isimlerini birleştirerek ve bunu da Hizbullah ile ilişkilendirerek şeytanın aklına gelmeyecek bir kurnazlığa imza atıyor. Hem her zaman şiddeti reddeden Mısır İhvanı’nı hiç alakası olmayan marjinal bir grupla birleştiriyor, ardından da Hizbullah’ı ekliyor. Bu arada çaktırmadan karşı durduğunu iddia ettiği Batı’nın İhvan’ı terörist gösterme konseptine katkı sağlıyor.
Yerel ve küresel hiçbir bilgi ve belgeye dayanmayan, tümüyle yalan ve kurgudan oluşan bir tespit. Amaç Süleymani’yi savunmak değil, savunuyormuş gibi yapıp başkalarına çamur atmak, hedef göstermek.
Soner Yalçın ve Doğu Perinçek ayrı gibi görünüyorlarsa da aslında yöntem ve hedeflerde aynı noktadalar. Kasım Süleymani üzerinden günah çıkartmak ya da tevbe etmek istiyorlar.
Ama işte Kemalistlerin tevbesi de böyle oluyor.