Yeni Türkiye Cumhuriyeti yeni hafızasını red ve inkâr üzerine inşa etti. Bu inşa, Tanzimat’tan beri hep yapıldı ama bir zemine oturamadı. İnşaat her defasında, halkın nezdinde onaylanma sorunu yaşıyor.
Yeni Cumhuriyetin, Ankara Hükümeti nezdinde nasıl şekillendiğini biliriz. Halkın “Din ve Devletin selameti” için bilakayd u şart sahiplendiği Kurtuluş Savaşı’nın as kadrosu, Hilafet merkezini tasviye eden İttihat ve Terakki’nin darbeci kadrosuydu. Bu kadro; neticede 1922-46’lara kadar rakipsiz Milli Şefler Dönemini başlattı.
Kusursuz ilişkide olup itaat ettikleri Batılılar bile artık bir muhalefet isterken; muhalefete göz açtırmadılar; mazinin mirasıyla savaştılar.
Bütün bunlar olurken; yasama, yürütme ve yargı organları da bir şekilde işliyordu. Ne var ki; özellikle kolluk kuvvetleri, hukuk ve siyaset cephesi statükonun serseri kıyıcıydı... Devlet, görülen lüzum üzere rutinin dışına çıkabiliyor, durumdan vazife çıkarılabiliyor; istenmeyen sosyal, siyasal ve ekonomik çevre ve meşru yapılanmaların canına okunuyordu.
Bu görünmeyen, tanımlanamayan güç; görünen ve tanımlanan tüm devlet yapısını yönlendiriyor, şekillendiriyordu. Kelleci Üç Alilerden Sedat Pekerlere kadar farklı tip ve motiflerde ağılanan da aslında buydu.
“Kadd-i yâre kimisi servi demiş kimisi elif/ Cümlenin maksudu bir amma rivayet muhtelif” misali.
Sykes-Picot anlaşmasından BOP projesine kadar işleyen düzen aynıydı. Eski içişleri bakanı Tantan, BOP’u doğru tanımlamış: “Bütün kurumların içini boşaltmak. Altını kirletmek. İnanç değerlerini kirletmek. Toplumun değerlerini çökertmek. Bütün bunlar yapıldı mı, yapıldı. Tek bir kişi Türkiye’yi değiştirip dönüştürdü. BOP çerçevesinde bunlar aynen uygulamaya konuldu” diyor.
Bu yapılar hukuk devletinde olur mu? Olmaz!
AK Parti; statükonun ezdiği Sessiz Çoğunluğun duasını ve Dindar Söylemleri ilke edinerek iktidara geldi ama 20. yılına yaklaşırken; baştaki duruluk, zindelik, özgünlük ve ilkelerini yitirdi. İslami bir dönüşümü geçtim karşımızda; mafya ve çetelerin alan bulduğu; “sağdan ve soldan zıt kutuplarla uzlaşı ve diyalog arayan; metal yorgunluğunun bunalttığı bir iktidar” görüyoruz.
Türkiye; Sovyet tehdidiyle “Türkiye Sovyetler Bilirliği olmasın” tehdidinden, Mücahit Erbakan’la 1972’lerden sonra “Türkiye İran olmasın” tehditlerine geçmişti. AK Parti’yle final olması gerekirken, küme düşme anlamına gelecek “Malezya Modeli’ne” razı olundu. Hâlihazırdaysa; 80’li, 90’lı yılların Kolombiya veya Şili’sinde çözümler arıyoruz. Zihniyet olarak çatışan partileri; demokrasi ve sivil anayasa için bir araya getirmeye çalışan bir iktidar görüyoruz.
Tam da bu yüzden; seküler basında, “Siyasal İslam’ın Çöküşü ve Kemalizm’in yegâne çare olacağı” yorumları ve “demedik mi” naraları atılıyor. Elbette haklı değiller ama devranın tersine döndüğü doğru(!?).
AK parti şunu yapabilirdi: “Düşmanının dahi inandığı” bir hukuk devleti inşa edebilirdi. Eğitim, özgürlükler, adalet ve güvenlik sorununun kalmadığı; “Pençe, Kalkan ve Şimşeklerin..” yanında, Kürt Sorunu’na ihtiyati ama köklü çareler bulmuş, böylece de Ortadoğu’da Haçlı İstihbaratlarına iş bırakmayan yeni bir Türkiye oluşturulabilirdi ama oluşmadı.
Anladık ve gördük ki; “Bizim Çocuklar” iktidara gelseler de bu devlet hala birilerinin elinde. Temiz kalmak kolay değil, kendisi olarak yaşayabilmek imkansız gibi.. Bu Çarkın dişlilerine ulaşmak ancak alınacak vize ve verilecek bir rehberle mümkün. Bu çarkın tekerine çomak sokamazsın; sokarsan sokulursun.. Zaten “temiz ve kendin olarak” o mercilere varman pek zor olacağı için de türlü açık ve zaaflarla ancak oralara varabilirsin…
Bu açık ve zaaflarla da vardığın o derinlikler tekinsizdir;
El âriftir yokla kendi kendini /Dağıtırlar tuzağını fendini /Alçaklarda otur gözet kendini/ Katı yükseklerden uçucu olma” Karacoğlan
Anlaşılan malum birileri, “Bizimkinin/Bizim Çocukların(!)” tuzağını, fendini dağıtmıştır. Bizimkiler, kendilerini yeterince yoklayamamıştır..
Sedat Peker’le uyuyan; videolarıyla uyanır. 2020’lerde Latin Amerika manzaraları şaşırtıcı değil. Çeteler, mafya, kirli ilişkiler, uyuşturucu ticareti gibi videolu ifşaatlar.. ortada. Yargı ve Meclis sessiz; iddialar, iftiralar en arka sıralardaki çaresizlerce -akla ziyan- yalanlanıyor. “Türkiye Kolombiya mı” endişeleri. 90’larda Şili’de çare arayan koalisyonlar gibi… Kolombiyası ile Şili’si arasında çaresizce say yapıyoruz.
AK Parti’nin icraatlarını her vesileyle hayra yoran muhafazakâr çevre ve yapıların; ilke, sosyal ve siyasal yapılarında ciddi bir tamir ve onarım yapmaları şarttır. Kel kafaya, merhem yerine şimşir tarak kullanmak(!?), hatır için zararlı bir şey yemekti! İktidar, muhalifleriyle uzlaşı ararken; hasar ciddi, zarar büyüktür.
İslam, yine yegâne umuttur! Derinlerle uzlaşan Tahir Efendi(!), gafillerimize “kelp” diyedursun!
Şunu iyi anladık: “Bize kelp demiş Tahir Efendi/ iltifatı bu sözde zahirdir,/ Maliki mezhebim benim zira,/ itikadımca kelp Tahir’dir” (Nef’i) wesselam.