Kendini bulunmaz Hint Kumaşı sanmak

İbrahim DAĞILMA
Dünya Müslümanları, büyük bir fitne kazanı olarak gördüğümüz Şii-Sünni kavgasının acısını iliklerine kadar yaşarken Filistinli Müslümanlar, insanlığın gözleri önünde siyonist caniliğin insafsızlığına terk edilmiş durumdadır. Daha nice mazlum coğrafyada da gözleri yaşartan, yürekleri dağlayan ve tahammül sınırlarını zorlayan facia kareleri, zulmün şahitliğini gözler önüne sermektedir. Her birimiz zulme ve tuğyana karşı insani ve İslami bir duruşun sorumluluğunu omuzlamanın gerekliliğini hatırdan uzak tutamayacağımız gibi emperyalistlerin ve şeytani iştahlıların işine gelen bu fitne ateşinde
 
Müslüman hakkını koruma ve kardeşlik hukukunu muhafaza etme bilincinden ve duyarlılığından bir an gafil kalmamalıyız.
Genel nazarda İslam coğrafyasının manzarası bu iken özel bağlamda Türkiye’de gündemi meşgul eden ise on yıllardır kimliği inkar edilen ve varlık dayanakları üzerine binlerce mesnetsiz tez hazırlanarak köklerinden ve değerlerinden uzaklaştırılmaya çalışılan Kürt halkının haklarının iadesi noktasındaki çözüm uğraşlarıdır. Çözüm noktasındaki her adımı umutla izlerken her girişimi faydalı görmekteyiz; ama şu ayrıntılara dikkat etmek şartıyla:
-Sorunun çözümü için atılan adımlar şeffaf olmalıdır.
-Çözüme götüren her yol meşru olmalıdır.

-Sorun bir yönden çözülürken sorunlar yumağında boğulmasına ramak kalmış bir halkın boynuna bu kez bir idam ilmeği olan yeni bir sorun dolanmamalıdır.
-Çözüme halk her yönüyle- değerleri, inancı, kabulü, katılımıyla- dahil edilmelidir. Halksız ve hak dayanaktan yoksun bir çözüm, çözüm olmaktan çok çözümü daha da zorlaştıran bir kör düğüme dönüşür.

Bu minval üzere son haftanın en çok konuşulan, yazılan, tartışılan ve etrafında spekülatif bir dolanma olan konusu takdir edersiniz ki İmralı görüşmelerinin tutanaklarının basına sızdırılmasıydı. Bu sızdırmaların nihai olarak BDP genel merkezinden sızdırıldığı netlik kazanırken “niye, nasıl, kim sızdırdı?” sorularının konumuzun içeriğine temas etmediğinden şu an için atlıyorum ve asıl olarak görüşmelerde dikkatimi belki de sizin de dikkatiniz çeken bir iki hususa vurgu yapmak istiyorum.

Hani vaziyeti ifade açısından en çabuk aklımıza deyim ve atasözleri gelir ya, benim de anlatacağım alıntılı vaziyetlere en uygun düşen “Kendini bulunmaz Hint kumaşı sanmak” ve “Fıçı, içinde olanı sızdırır.” ifadeleri olsa gerek.
Abdullah Öcalan, görüşme tutanaklarında adeta kendini bu işin olmazsa olmazı gibi gösteriyor ve neredeyse iç ve dış politikaya kadar birçok olumsuzluğun giderilmesinde üstün(!) katkılarını dile getiriyor. Bilmeyen sanır ki bir tutuklu değil hükümetin icra makamındaki en etkin adamıdır.

“... Şimdiye kadar olanlar ısınma hareketi idi. Bütün felsefi ve örgütsel birikimimi bu yönde PKK’yi hazırlamak ve dönüştürmek için kullanıyorum. Bu, en köklü adım. Demokratik kurtuluş ve demokratik yaşam süreci. Ben bu deyimi rast gele seçmedim. Zamanında söyledim anlamadılar. Anlamış olsaydılar, Ergenekon olmazdı.
... Metiner saçmalıyor, “APO sıkıştı” diyor. Propaganda ile oyunu karıştırıyor. Kendisini düzene satmış, kendisini rezil etmiş. AKP’yi 10 yıldır ayakta tutan benim. Derhal bu söylemi terk etmesi lazım. Biz AKP’yi çıkartan gücüz.

... Kendime kızıyorum, 2001-2004’te biz eylemi ‘tak’ diye kestik. Hükümet anlamadı, ‘terör bitti’ dediler. (Altan Tan’a dönerek) Sayın Altan, bilirsin İslamcıların 40 yıllık rüyasıydı, rüyalarını gerçekleştirdik. Biz AKP’ye iktidarı altın tepside sunduk. Bize bir teşekkür etmedikleri gibi 2. Atatürk rolüne soyunup daha çok üstümüze geldiler, ezmeye çalıştılar.
... KCK’ye her operasyon, ayaklanma ve isyana davetiyedir/teşviktir. BDP ve benim temkinli yaklaşımım engelledi. İsyan etmem beklendi. İsyan etsek bir türlü, etmesek bir türlü…

...Her KCK’linin içeri alınması bir ayaklanma sebebidir. İsyan çıkarmıyoruz. 10 bin kişi alındı. Bu da bir nevi darbedir. En son siz alınacaktınız biz karşı hamle geliştirdik. En son parlamento grubu kalmıştı.
... Metiner, ‘Sıkıştı’ diyor. Yanlış söylüyor. Sıkışma yok, darbeyi önledim. Bir darbe var, fakat derinliğini tam fark edemiyorum. MİT’i düşürseydiler. Türkiye’de tüm kaleler düşmüş olacaktı. Hakan Fidan tutuklansa, sonra sıra Başbakan’a gelecekti. Benim bu süreci canlandırmam, darbeyi engelleme sorumluluğu… Darbeyi önleyebileceğimi fark ettim ve süreci başlattım.”

Ve bu minval üzere devam edip giden “Ey Kürt Halkı! Ben sizin dününüzüm ve yarınınızım.” türünden kendini kıymete bindirmeler ve minnetini hissettirme kurnazlığı...
Ne yazık ki birileri de onu hala bu imanlı ve aziz halkın temsilcisi olarak görme inadından ve acizliğinden vazgeçmeyecek gibi. Son olarak 8 Mart vurgusu üzerinden kadına bakışını akidevi bir sakatlık ve ölçüsüzlükle yansıtan yüceltmesi(!):
“...Büyük kadın kahramanlar var. Yaşamın kutsallığı önemlidir. Kölelikten vazgeçilmelidir. 8 Mart mesajı olarak bu söylediklerimi, bu çerçevede açarsınız. Kadını özgür olmayan bir halk özgür olamaz. Kadının tam özgürleşmiş hali tanrısallıktır.”

Hakka tabii olmak, hakkı görmek, hakka tutunmak ve hakla yürümek bir nimettir. Bu nimeti tadamayanlar kendi külfet ve minnetlerini ne yazık ki bir nimet(!) sayarlar.
 

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.