Birkaç gündür ümmet olarak hep Aşura gerçeğini konuşuyoruz. Zira Aşura, insanlık tarihinde büyük olaylara sahne olduğundan önemli bir yere sahiptir. Rivayetlere göre, Âdem aleyhisselamın tevbesinin kabul edilişi, Nuh aleyhisselamın tufandan kurtulup gemisinin karaya oturması, İbrahim aleyhisselamın ateşten kurtulması, Musa aleyhisselamın Kızıldenizi geçip Firavun'un zulmünden kurtulması ve Firavun'un ordusuyla birlikte Kızıldenizde boğulup helak olması gibi daha birçok büyük hadise Aşura günü meydana gelmiştir.
Bu itibarla, Aşura günü, birçok kavim tarafından kutsal bir gün olarak kutlanagelmiştir. Kimi kavimler onu ibadetle, kimileri de bayram şeklinde etkinlik yaparak, Aşura yemeklerini dağıtarak anmışlardır. Ancak İslam tarihinde bu kadar büyük değere haiz olan Aşura günü, Kerbela'da Peygamberimiz (s.a.v)in torunu Hz. Hüseyin'in, Yezid bin Muaviye'nin ordusu tarafından hunharca şehit edilmesiyle yeni bir boyut kazanmıştır. Kerbela Faciası, daha önce Aşura ile ilgili birçok anlam ve anlayışları tersyüz etmiştir. Artık Aşura denince ilk akla gelen Hz. Hüseyn'in şehadeti ve Kerbela Faciasıdır.
Dolayısıyla bir haftadır bütün bir ümmet olarak, yeryüzünün değişik coğrafyalarında Aşura'yı anıyor, anlatıyor ve anlamaya çalışıyoruz. Hakeza Kerbela ve Hazreti Hüseyin'le alakalı kimimiz söz diziyor, hutbe okuyor ve dert döküyoruz; kimimiz de ağlıyor, ağıtlar yakıyor ve kendi kendimize dövünüp duruyoruz. Fil hakika bu yapılanların çoğunun kullanma zamanı geçmiş söylemler, eylemler ve değerlendirmelerden ibaret olduğunu düşünüyorum.
Bunlar, Hz. Hüseyn'in davasını diri tutmak için elbette bir nebze işe yarıyor olabilir; ama kesinlikle yeterli değildir. Asıl bunu anlamanın en doğru yolu; bu olayın, tüm zaman ve zeminlerde zulme ve zorbacı yönetimlere karşı başlatılan her kıyamın kılavuzu ve her hareketin yolunu aydınlatan temel misyonu olmasıdır. Eğer Kerbela gerçeğine böyle bakılmıyorsa yapılanlar, Ali Şeriati'nin dediği gibi: “Hz. İmam Hüseyn'in katledilmesine seyirci kalan korkak Kûfelilerin dizini döverek acizliklerine yakınanların” yaptığından başkası değildir.
Kerbela Faciasından sonra İslam tarihinde iki profil çizilmiştir. Tıpkı Habil-Kabil olayında olduğu gibi... Artık Yezid denince akıllarda hep kötü adam, gaddar, ihanetçi, nefisperest, şehvetperest ve saltanat düşkünü bir figür canlanır zihinlerde. Hüseyin denince de hep hakkın hakikatin yaşanması uğruna canını ortaya koyan bir civanmert; zulmün, ihanetin gerçek yüzünü herkese göstermek için korkusuzca meydanlara atılan bir şecaat timsali ve yolunu şaşırmışlara Allah'ın dosdoğru yolunu gösteren bir ilim ve irfan meşalesi, hak ve hakikatin sembolü bir kişilik canlanır zihinlerde.
Evet, tarih boyu bu iki tiplemeden biri yüreklerde sevgi tahtını kurup kabul görürken, diğeri ise, hep dışlanmış, horlanmış ve nefretlik ilan edilmiştir. Biri övgülerle, ağıtlarla yâd edilirken diğeri hep kötülüklerle ve lanetlerle yerilmektedir. Biri meftunu olduğu saltanatıyla birlikte tarihin çöplüğüne gömülürken, diğeri gönülleri fethederek oraya ebediyen taht kurmuştur.
Ümmetin evlatları arasında Yezid ismiyle müsemma pek kimseyi bulamazsınız! Ama Muhammed, Ali, Hasan ve Hüseyin isimlerini hemen hemen her ailede görmeniz mümkündür. Hatta bazılarının bir tanesiyle yetinmeyip çifter olarak yani Muhammed Ali veya Hasan Hüseyin olarak isim koyduklarını göreceksiniz. Biri gönüllere kazınmış bir karakter olarak tarihteki yerini alırken diğeri gönüllerden ve tarihin sayfalarından da silinip gitmiştir.
Şu halde, Aşura'yı anmak sadece Aşura yemeğini dağıtmaktan ve yemekten ibaret değildir. Aşura'yı ve Kerbela'yı anmak, Seyyidüşşüheda Hazreti Hüseynin yaptığı gibi zulme ve haksızlığa karşı boyun eğmeden, hakkın hukukun ve adaletin ayakta tutulması adına hakkın katledilmemesi ve fitne kapılarının aralanmaması için canını ortaya koyarak gerçekleri savunmaktır. Bu günün yezitleri karşısında Hz. Zeynep gibi izzetle duruşu ve direnişi haykırmaktır.
Gerçi bazıları, “Kerbela denilen olay, geçmişte yaşanmış bir şey, bu gün yezit diye birileri de yok ortada, o halde hep bu olayı canlı tutmanın ne anlamı var” diyebiliyorlar. Biz de onlara deriz ki, insanlık vicdanında mahkûm edilmiş Yezid karakteri bir daha aynı kılık ve aynı kimlikle ortaya çıkıp kendini lanet tahtasına oturtmaz. Bilakis Hüseyin kılığıyla ve hak suretinde görünerek “Yezitlik” yapacaklar ve yapmaktadırlar. Bugün Suriye gibi birçok İslam coğrafyasının hali bunun en canlı örneğidir.
Basireti açık olan Müslümanlar isme değil, karaktere bakarlar. Yezitlerin her gün meydanlarda cirit attığına bizzat şahit oluyoruz. Her gün yaşanan ve sahnelenen olaylar her şeyi gün ışığı gibi tanıtmakta ve Yezitleri de Hüseyinleri de gözlere göstermektedir. Allah basiret versin.