Bugün 8 Muharrem 1440'tayız. Perşembe günü, 10 Muharrem'e denk gelmektedir, dolayısıyla Âşûrâ Günü'dür, elim Kerbelâ vakasının yıldönümüdür.
Tarihi vakaları bağlamından koparmak, yok saymaktan daha menfi sonuçlar doğurabilmektedir. Kerbelâ'yı yok saymak, doğru olmadığı gibi bağlamından koparmak da doğru değildir. Kerbelâ'nın doğru anılması için ise doğru bilinmesi gerekir. Ne yazık ki en mukaddes değerler, aynı zamanda en çok suiistimal edilen değerlerdir. Başka bir ifadeyle mukaddes değerler ne kadar değerliyse o ölçüde suiistimal edilebilmektedir.
Kerbelâ vakasını hiç bilmemek, vakaya duyarsızlık zarar verdiği gibi vakanın saptırılması da İslam dünyasında yüzyıllar boyu içinden çıkılmaz sorunlara sürüklemiştir. Hz. Resûl salallahü aleyhi vesellem'in pâk evladı Hz. Hüseyin radiyallahü anh, tavizsiz bir şekilde Müslümanların bütünlüğünü isterdi oysa art niyetli kişiler onun davasını Müslümanlar arasında bölünme oluşturmak için kullanmak istemişlerdir. Kimi zaman onun davasını çok över görünerek bunu yapmışlar, kimi zaman ise onu anmayı eleştirerek hedeflerine ulaşmaya çalışmışlardır. Bugünün dünyasında biz bu oyunu bütün gerçekliğiyle izleyebiliyoruz.
Kerbelâ'da ne oldu? Hz. Hüseyin Efendimiz, hiçbir başarı ihtimali olmadan, ailesini alıp da doğrudan ölüme mi gitti? En azından vakanın başı, Hz. Hüseyin'in şahsı, Yezid'in zulmü ve Küfe açısından kesinlikle böyle değildir.
Meşruiyet imkândır ve soy, insana meşruiyet sağlar. Hz. Hüseyin Efendimiz, her şeyden önce böyle bir imkâna sahipti.
O, sıradan biri değildi, erkek evladı hayatta kalmayan İslam Peygamberi Hz. Muhammed Mustafa'nın öz kızı Hz. Fâtımâ'nın oğluydu. Babası Hz. Peygamber'in amcasının oğlu ve dördüncü İslam halifesiydi. Ağabeyi Hasan da altı ay İslam halifeliği görevinde bulunmuştu.
Hicaz'dan aile efradıyla yola çıkan sıradan bir Mekkeli veya Medineli değil, bu toplumsal konuma sahip ve üstelik ilmi ve ameliyle kendisini topluma kabul ettirmiş nadide biriydi. Dolayısıyla onun İslam hilafetini istemesi bir macera değildi. Esassız bir girişim, bir intihar girişimi hiç değildi.
Öte yandan onu kendisine çağıran Küfe sıradan bir yer değildi. Dünyanın en büyük gücü hâline gelen İslam devletinin eski başkentiydi. Başkentlerin çağrısı, iktidar değişimleri için her zaman diğer şehirlere göre başarıya daha yakın görünür. Küfeliler de sıradan şahıslar değildi. Küfe, İslam fetihlerinin ordugahıydı. Küfe eşrafı, ordu üzerinde etkili bir sınıftı; o çağda Mekke ve Medine'den sonra bir iktidar değişimini yapabilecek en önemli kesimi o eşraf oluşturuyordu. Onların çağrısı, iktidarın değişmesi için başlı başına bir başarı imkânı sağlıyordu.
Yezid, babasının Şam valiliği esnasında Kelb kabilesine mensub Meysûn binti Bahdal ile evliliğinden doğmuştu. Şehir hayatına alışamayan annesi, onu büyütmüş ve ona Müslümanların tasvip etmeyeceği alışkanlıklar kazandırmıştı.
Babası, bu tek oğlunu İstanbul'un fethi için yardımcı komutan olarak görevlendirmiş, Hac emiri olarak tayin etmiş ama Yezid, alışkanlıklarından vazgeçmemişti. Yezid'in içinde bulunduğu hâl, Mekke ve Medine gibi Küfe'de de duyulmuş, ona karşı Müslümanlar arasında bir tepki oluşmuştu. Hz. Hüseyin Efendimize başarı ihtimali kazandıran ana unsurlardan biri de Yezid'in içinde bulunduğu hâl ve ümmetin önde gelen kesimlerinin bunun farkında olmasıdır. Bu devirde fetihlerin yavaşlamış olması da Hz. Hüseyin Efendimizin başarısı için bir saik oluşturmuş olmalıdır.
Hz. Hüseyin Efendimizin başarı ihtimalini azaltan ise, Yezid'in iş başında olmasına rağmen Kuzey Afrika gibi noktalarda İslam fetihlerinin devam etmesi, İslam devletinin büyüdüğü düşüncesinin toplum tarafından kabul görmesidir. Öte yandan bu devirde genel bir ekonomik refah ve güven (emniyet-asayiş) vardır. Toplum, fetihleri devam eden, ekonomik refah ve güveni sağlayan bir yönetimin devrilmesinde ısrar etmez.
Hz. Hüseyin radiyallahü anh, bu gerçeklik içinde Küfe'ye amcasının oğlu Müslim'i göndermiş ve kendisi ardından Küfe'ye hareket etmiştir. Ancak Kerbelâ'ya geldiğinde gerçekliğin Küfeliler açısından farklı olduğunu anlamıştır.
Küfelilerin bir bölümünün Yezid düşmanlığı, Yezid'in gayri İslamî tavırları değil, Yezid devrinde Irak'ın ve özellikle Küfe'nin Şam'a göre ihmal edilmesi, Küfe halkına maaşlarının zamanında ve miktarınca ödenmemesidir.
Küfe eşrafının büyük bölümü bu sebepten Hz. Hüseyin taraftarı görünmüştür ancak onun taraftarlığındaki kararlılığın daha pahalıya mal olacağını gördüğünde çıkarına uygun gördüğü yerde kalmıştır.
Hz. Hüseyin Efendimiz, Kerbelâ'da yönetimdeki sapmışlık kadar halkın da ölçüsündeki bozukluğu görmüş ve o noktada başarı ihtimali hiç kalmadığı hâlde kendini feda ederek genel gidişata karşı kıyam etmiş, kendisini ve ailesini hak bildiği yolda feda ederek ümmeti sapma karşısında uyarmıştır.
Hz. Hüseyin radiyallüh anh, Ömer b. Sa'd'a “Medine'ye dönmek, Allah yolunda cihad eden bir topluluğa katılmak veya Yezid'le görüşmesine izin verilmesi” önerisini götürmüş, katiller topluluğu bunu daha reddetmiştir.
Sahadaki şu vaka ise Yezid ve taraftarlarının nasıl bir azgınlık içinde olduğunu göstermektedir:
Hâni' b. Sübeytü'l-Hadramî, çok yaşlanmış olduğu bir sırada, demiştir ki: "Hüseyin'in öldürülmesinde bulunanlardandım. Vallahi, on kişinin onuncusu ben idim. Hepimiz atlar üzerinde idik. Hüseyin hanedanının tüyü bitmemiş bir çocuğu, çadırlardan dışarı çıktı. Üzerinde pelerin ve gömlek vardı. Sağa sola dönüp bakınıyordu. Döndükçe kulaklarındaki iki incinin sallandığını gördüm. Süvarilerden bir adam, atını tepip onun yakınına vardı. Atından çocuğa doğru eğilip onu kılıçla biçti!"
O, Hz. Resul'un torunu ve örnek bir sahabe olarak bu azgınlığa varmış kişilere karşı kendini feda etmeseydi Müslümanların yüz yüze kaldıkları bu sapma meşrulaşır, sapma normalleşirdi.
Meselenin Yezid yanına gelince, Yezid'e bunu yaptıranlar, Hz. Hüseyin'i, Peygamberinin öz torunu ve çocuklarını katledecek kadar ileri gitmesi durumunda istikrarsız ve isyana alışık Arap yarımadasında bir daha hiç kimsenin ona karşı çıkmayacağına onu inandırmış olmalıdırlar. Yezid, sarhoşluğuyla o korkunç katliamda bulunarak belki soyu için ebedi iktidarı yakalayacağını düşünmüştür. Oysa Yezid'in iktidarı Kerbelâ vakasından öncesi ve sonrası ile sadece üç yıl altı ay sürdü. Yerine geçen oğlu II. Muaviye'nin iktidarı ise dört ayı bile bulmadı, yaşının 17-23 arasında olduğu bilinen genç ve salih insan II. Muaviye, babasına hakaretler edip Hz. Hüseyin'i överek makamı bıraktı ve vefat etti. Onunla birlikte sultanlık Ebû Süfyan'ın soyundan Abdülmelik b. Mervan ve soyuna geçti. Ama tüm Emevî iktidarı yüz yılı dahi bulmadı.
Hz. Hüseyin Efendimiz ise bütün ümmetin gönlünde taht kurdu. Onu doğru anlamak, onu katlindeki suçlu sayısını daha fazla yaymak ve ümmeti ona göre parçalara bölmekle değil, ümmeti birleştirmeye çalışmakla olur.