Allah Teala insanı İslam üzere yaratmıştır. Başka bir ifade ile tüm peygamberlerin (aleyhimüsselam) bahtiyarlığını yaptığı İslam dini insanın üzerine yaratıldığı fıtratla örtüşmektedir. Bu örtüşme aşağıdaki ayet-i kerimede açıkça ifade edilmiştir:
“Hakka yönelen bir kimse olarak yüzünü dine çevir. Allah’ın insanları üzerinde yarattığı fıtrata sımsıkı tutun. Allah’ın yaratmasında hiçbir değiştirme yoktur. İşte bu, doğru dindir. Fakat insanların çoğu bilmezler.” (Rum-30)
Ancak bu fıtrat üzere doğan insan başta aileden olmak üzere aldığı eğitimin ve sosyal çevrenin etkisi ile bu fıtrata yabancılaşabilmektedir. Nitekim bu durum hadis-i şerifte şöyle ifade edilmiştir:
“Her doğan İslam fıtratı üzerine doğar, fakat anne ve babası onu Yahudileştirir, Hıristiyanlaştırır ya da Mecusileştirir.” (Buhari, Müslim)
İnsan çevresinin etkisi ile hadis-i şerifte zikredilen dinleri veya başka ideolojileri benimser ama bununla fıtratı değişmez. Çünkü yukarıdaki ayet-i kerimede ifade edildiği gibi Allah’ın yarattığında değişme olmaz. Yani insan her hâlükârda hakkın ve iyiliğin peşindedir, fıtratında var olan hakka ve iyiliğe meyaldır ve buna ulaşmaya çalışmaktadır. Kötülüğü ise bilerek tercih etmez. Çünkü insan cinsi itibariyle kerimdir. İnsanın bu değeri ayet-i kerimede şöyle ifade edilmiştir:
“And olsun biz insanoğlunu şerefli kıldık. Onları karada ve denizde taşıdık. Kendilerini en güzel ve temiz şeylerden rızıklandırdık ve onları yarattıklarımızın birçoğundan üstün kıldık.” (İsra 70)
O halde tüm bunlara rağmen büyük kalabalıklar nasıl batıl davaların arkasına takılmaktadırlar?
Öncelikle şunu belirtelim ki batıla dala dala fıtratını örtenler ve bu sebeple de her türlü uyarıya kulağını tıkayan insanlar vardır. Ancak doğrusunu Allah bilir ama insan için asıl olan durum bu hal değil kerim olma hâlidir.
İnsanın bu kerimliğine rağmen batıl olan davaların arkasına takılmasına gelince Ûstad Said Nursî’nin güzel bir şekilde ifade ettiği gibi bunun sebeplerinden ikisi şunlardır:
• Batıl davaların her şeyi batıl değildir. Her ne kadar akide olarak batıl olsalar bile yapılarında haktan bazı parçalar barındırabilmektedirler. Nitekim insanların ardına düştüğü de işte bu hak parçalardır. Bu hak unsurları insanların gözlerini kamaştırmakta ve bir bütün olarak batılı görmelerine müsaade etmemektedir. Dolayısıyla batıl davaların ardına düşen insanların tamamını batıla, adaletsizliğe hayran olmuş insanlar olarak görmek yerine ardına takıldıkları batıldaki hak unsurları görmek gerekir.
• Hak ve batıl davalarının fikriyatı kadar temsil eden insanlar da önemlidir. Hak davalar ne kadar hak olurlarsa olsunlar, onları temsil edenler eğer hayatlarında o hakkın güzelliğini yansıtmazlarsa; insanlar, bu hakkaniyeti fark edemeyeceklerdir. Hele hakkın temsilcilerinin yaşamlarında batıldan parçalar bulunursa insanlar o batıla bakıp hakkın tamamına sırt dönebilirler. Kısacası hak temsilcilerinin yanlış davranışları insanları haktan soğutup batıla çevirebilir.
Bu arada insan; kerim oluşunun sonucu olarak mazluma meyillidir. Kimi zaman batıl ehlinin mazlumiyeti de insanları bu mazlumiyet üzerinden batıla meylettirebilir.
Bu değerlendirmeler ışığında batılın ardına düşen insanları gören bir Müslümana düşen görev, hakkı şahsında en iyi şekilde temsil etmeye çalışmak ve batılın elindeki hak unsurlara da sahip çıkmaktır. Yoksa büyük kalabalıkların üstünü çizecek şekilde onları suçlamanın doğuracağı bir fayda yoktur.
Diğer taraftan batılın ardına düşmüş olsa bile tüm insanların aynı fıtrat üzere yaratıldığı ve genel anlamda hakkın ve doğrunun peşinde olduğu düşüncesi bir Müslümanı onlar hakkında adaletsizlikten sakındıracak ve hakkı onlara ulaştırma yolunda iletişimin kapısını açacaktır.
Son olarak Hz. Ali (ra)’nin bir valisine gönderdiği bir mektuptan alıntı ile bitirelim:
“Karşılaştığın kişi eğer Müslümansa kardeşindir, Müslüman değilse de insan olarak dengindir.”