Son dakikalarla ilerleyen bir gündem devam edegidiyor. Takip ettikçe gündemi zannediyorsunuz ki Irak ordusu bir kuşatmayı yara yara ilerliyor. Talabani peşmergelerinin geri çekilip teslim ettiği Kerkük, çatışmasız teslim edilen ilk yer değil elbette. Hatırlarsanız Daiş, Musul'u aynı bu askerlerden yani Irak hükümetinin askerlerinden tek kurşun sıkmadan almıştı. Aynı şeyi Talabani'nin peşmergelerinden gördü. Barzani de Amerika'nın Irak'tan çekilmesi zamanında içinde Kerkük'ün de olduğu bölgeye el koymadı mı? 2014'te de buradaki petrol kuyularına el koymuştu.
Tüm bu gelişmeleri düşündüğümüzde bu kadar çatışmasız bir coğrafyada bu değişimin yaşandığı topraklarda Irak hükümet askerleri kahramanlık yapmıyor. Öyle ki adeta rutine dönen bir değişim dünyanın gözü önünde öncekilere benzer bir şekilde şaşalı olarak gerçekleşti. Kahraman Irak Hükümeti askerleri(!) Kerkük'e canlı yayın eşliğinde girdiler. Biri demiyor ki Kerkük valisinin odasında selfi çekmek kahramanlık değil. Tıpkı Musul'u terkettiklerinde Daiş'in arkalarından çektikleri selfilere benziyor çektikleri selfiler.
Son kaç gündür Irak ordusu ha girdi ha girecek derken nihayet Kerkük'e çatışmasız girdi. Dün itibarıyla Kerkük'ten sonra Musul'un Sincar ve Mahmur ilçeleri de el değişti. O Mahmur ki kamplarıyla şöhret bulmuştu hatırlarsanız. Sincar ise Laleş adlı Ezidi bir örgütün kontrolüne alanı genişlemiş bir şekilde böylelikle teslim edilmiş oldu.
Irak ordusunun, Bay Hasan ve Havana petrol sahalarını kontrolüne bu saldırılarla alması hem kontrol sahalarını genişletti hem de IKBY'nin elindeyken günlük 600 bin varil petrolün elde edildiği bir üretim yerini ele geçirdi.
Mesele kendi macrasında ilerlese de dünya olaya tepkisiz değil. Trump'ın “Kürtler ile Bağdatın anlaşamamasından memnun değiliz.” diyerek tarafsız imajı vermeye çalışması yutulur bir lokma değil. Kürtlere de Bağdat'a da silah verenin kendileri olduğunu Amerika unuttu herhalde. Şimdi çıkıp da ‘biz silahı dış düşmana karşı kullanmanız için vermiştik' demeleri pek masum bir söyleme benzemiyor. Belki de Barazani'yi tedip etmek için biraz ağırdan alıyor. Malumunuz Amerika siyasetinin YPG'ye yoğunlaşması, 1500 araçlık silah ve eğitim desteği vermesi; ÖSO; Barzani ve hatta yereldeki irili ufaklı güçlere karşı bir nazire oldu. Zira Irak ve Suriye'deki menfaatlerine en iyi uşaklık Irak hükümeti ve YPG tarafından icra edildi/ediliyor. Bu açıdan Barzani, Amerika'nın önce Irak hükümeti nezdindeki kötü adam yüzünü, sonra da ‘uyarılarıma rağmen menfaatlerimi korumayıp bir de bağımsızlık ilan edersen işte sonun böyle olur.' diyerek güya şefkat ve merhamet kokan yüzünü görecektir. Bu arada gerek Barzani, gerek Irak hükümeti çatışır ve kayıplar olursa kazanan elbette yine Amerika olacaktır. Unutmayalım ki kim kaybederse etsin diğerinin elinde Amerika silahları bulunacaktır.
Peki, Amerika böyle de Almanya ve Türkiye farklı mı? Almanya, Barzani'nin peşmergelerini yıllardır eğitirken tepkisel bir tavırla iştişare sonucu alınmış bir karar diyerek eğitmeyi bırakıverdi. Hal öyle olunca anlaşılan şu ki büyük menfaat olan Irak, küçük menfaat olan Barzani'ye tercih edildi. Türkiye de Almanya da diğer ülkeler de geleceği düşünerek Barazani'yi sattı. Bu kadar basit.
Fakat Erdoğan hükümetinin geriye ket vurma gibi bir hastalığı var. Tabiri uygunsa Özerk yönetim olan Barzani'yle Irak hükümetini es geçerek haklı veya haksız ekonomik ve siyasi ilişkiler geliştiren sanki bu hükümet değildi. Irak'ın bütünlüğünü bir bağımsızlık referandumu aniden hatırlatıverdi. Hatırlayıverme güzel de yapılanların yanlışları muhasebe ettirmiyorsa kötü. Tek bir tesbit kalıyor. İstikrarlı ve sürekli bir dış politika değil, anlık ve değişken bir siyaset uygulanıyor bu hükümet tarafından. Demek ki yeni dış siyaset böyleymiş. Başbakan da bu siyasetin gölgesinde “dostlarımızı çoğaltmak düşmanlarımızı azaltmak” diye özetliyor olanı biteni. Sahaya baktığımızda ise acaba… diyesi geliyor insanın.