Jammu Keşmir’de geçtiğimiz temmuz ayında Hizbu’l Mücahidin (Hizb-ul Mujahideen) hareketinin önemli isimlerinden Burhan Muzzaffar Wani’nin Hint yönetimince katledilmesi sonrası Keşmir’de tansiyon yükseldi. Hindistan güvenlik güçleri, Wani’nin katledilmesini protesto etmek amaçlı sokaklara dökülen on binlerce Keşmirliye orantısız şiddet uyguladı ve halen bu şiddet devam ediyor.
Hindistan’ın uyguladığı şiddet neticesinde şu ana dek 100’den fazla Keşmirli hayatını kaybetti, binlerce Keşmirli ise yaralandı. Temmuz ayında başlayan olaylar ise sürüyor.
1947 yılından itibaren tartışma konusu olan Keşmir’de şiddet olaylarında en az 500 bin kişi hayatını kaybetti. Keşmirli Müslümanların yaşadıkları dram ve Güney Asya’daki güvenlik krizinin derinleşmesine rağmen diplomatik kanalların işletilememesi ve bölgede son aylarda alevlenen olaylar Keşmir sorununun yakın zamanda çözülemeyeceğinin işaretlerini veriyor.
Strateji Düşünce Analiz Merkezi’nin (SDAM) bu bağlamda hazırladığı ‘Keşmir Raporu’ Keşmir sorununu büyük bir titizlikle mercek altına alıyor. Raporun sonunda çözüm önerilerine de yer veriliyor.
2’nci Dünya Savaşı sonrası İngiltere’nin, klasik sömürgeci politikalarını sürdüremez duruma geldiği için, Hindistan’ın bağımsızlığını kazandığının ifade edildiği raporda buna paralel olarak Pakistan’ın da Hindistan’dan ayrılarak müstakil bir devlet kurduğu hatırlatıyor.
1947 yılında İngiliz işgali sonrası Hindistan ile Pakistan’ı birbirinden ayıran Hindistan Bağımsızlık Antlaşması’nın, ‘etnik’ düzlemde değil, ‘inanç’ eksenli gerçekleştiğine dikkat çekilen raporda, “Anlaşmaya göre Hindu nüfusun yoğun olduğu yerlerin Hindistan’a, Müslüman nüfusun yoğun olduğu yerlerin ise Pakistan’a bırakılması kararlaştırılmıştır. Geriye kalan irili ufaklı beş yüzün üzerinde prenslik, Hindistan ve Pakistan devletlerinden herhangi birine katılmak üzere serbest bırakılmıştır. Keşmir dışındaki prenslikler, önemli sorunlarla karşılaşmadan söz konusu iki ülkeden birine katılım göstermiştir. Keşmir’de bulunan Hindu yönetim ise, halkın iradesinin aleyhine Hindistan’a bağlanmaya karar vermiştir. Daha sonra BM’de alınan kararlar da, Keşmir halkının iradesinin gerçekleşmesine olanak tanımamıştır.” denildi.
1989 yılından bu yana Keşmir’in önemli bir bölümü Hindistan işgali altında
Keşmir sorununun baş müsebbibinin İngiltere olduğundan şüpheye duyulmazken, eski Birleşik Krallık Başbakanı David Cameron, Keşmir sorunu başta olmak üzere bugün dünyada yaşanmakta olan birçok sorunun arkasında İngiltere’nin bulunduğunu itiraf etmişti.
Raporda Keşmir’in bugünkü siyasi bölünmüşlüğüne de yer verilirken şu noktalara değinildi: “Bugün üçe bölünmüş durumda olan Keşmir, topraklarının yüzde 45’i ‘Jammu Keşmir’ adıyla Hindistan’ın işgali altında bulunmaktadır. Yüzde 35’lik bölümü, ‘Azad Keşmir’ ve ‘Gilgit-Baltistan’ adlarıyla Pakistan’ın kontrolündedir. Geri kalan yüzde 20’lik bölümü ise, ‘Aksai Çin’ ismiyle Çin tarafından kontrol altında tutulmaktadır. Hindistan, 1989 yılında Keşmir halkı tarafından gerçekleştirilen protesto gösterilerine karşılık, ordusunun önemli bir bölümünü Keşmir’e sevk ederek sıkıyönetim ilan etmiştir. Söz konusu tarihten günümüze kadar Keşmir’in önemli bir bölümünde fiilî olarak Hindistan işgali bulunmaktadır.”
BM kararlarına rağmen Hindistan çözüme yanaşmamıştır
Raporda, 1947 yılında İngiliz işgali sona erdiğinde, Hindistan ve Pakistan bağımsız devletler olarak boy gösterirken, Keşmir’in statüsünün netleştirilmeyerek ‘yönetilemez’ durumda bırakıldığının ifade edilerek, “BM tarafından alınan bir dizi karar ise, Keşmir halkının kendi kaderini belirleme yetkisine sahip olduğunu vurgulamış; fakat Hindistan sorunun çözümüne yanaşmamıştır. Hindistan’ın Keşmir’i, halkın iradesinin aleyhine kendi vilayeti görerek işgal etmesi, Keşmir sorununun günümüze kadar devam etmesine neden olmuştur.” tespitinde bulunuldu.
Keşmir krizi Hindistan ve Pakistan arasında 3 savaşa neden oldu. Bu savaşlar raporda şöyle yer aldı: “1947-48 (Birinci Keşmir Savaşı), 1965 (İkinci Keşmir Savaşı) ve 1971 yıllarında Hindistan ile Pakistan arasında üç savaş yaşanmıştır. Hindistan ile Pakistan güçlerinin yaşadıkları ilk çatışmalar neticesinde 1949 yılında devreye giren BM Güvenlik Konseyi, her iki tarafı ateşkese çağıran bir karar çıkardı. Karar gereği, her iki ülke Keşmir’den silahlı güçlerini çekecek, halk oylaması yapılacak, bölge halkı kendi geleceğini kendisi tayin edecekti. Keşmir halkının büyük çoğunluğunu oluşturan Müslümanların, Hindistan idaresini tercih etmeyeceklerini bilen Hindistan, halk oylamasını sürekli bir şekilde engelleme yoluna gitti.”
Keşmir’in sahip olduğu en stratejik noktaların Hindistan’ın denetimi altında olduğunun belirtildiği raporda bu durumun Hindistan’a bölgeyi kontrol etme imkanı verdiği, Hindistan’ın bu avantajından vazgeçmemek için güç kullanımı dahil her yolu denemekten çekinmediğine vurgu yapılarak, “Kendisi Keşmir sorununu BM teşkilatına götürmesine rağmen çıkan kararlara riayet etmemekte; bölgede hâkimiyetini genişletmeye ve Keşmir’i Hindistan’ın ayrılmaz bir parçası yapmaya dönük adımlar atmaktadır. Keşmir, Hindistan için stratejik öneme sahip olmakla birlikte, Hindistan’ın iç siyasetinde emsal teşkil etme potansiyeli barındırmasından dolayı da önem arz etmektedir.” ifadelerine yer verildi.
“Keşmir; Güney Asya’nın Filistin’i”
SDAM raporunda, Keşmir’de alan hakimiyeti sağlamak amacıyla Hindistan-Pakistan ve Hindistan-Çin arasında büyük savaşlar yaşandığı belirtilerek Keşmir'in bu savaşlarda ağır bedeller ödediği ifade edildi. Raporda “Bölge ülkelerinin her biri, kendi devletlerinin stratejik çıkarlarını koruma güdüsüyle hareket etmekte ve Keşmir’i kendi ‘milli meseleleri’ olarak görmektedir. Keşmir halkı ise, söz konusu güçlerin mücadeleleri neticesinde ağır bedeller ödemekte ve büyük acılar yaşamaktadır. Keşmirli Müslümanlar, 70 yıldır Hindistan yönetimi tarafından büyük zulümler görmektedir. Uluslararası bağlayıcılığı olan kararlara rağmen Keşmir halkının iradesini yok sayan Hindistan, 500 bin civarında askerini bölgeye konuşlandırmış, her türlü insanî hak talebini şiddet kullanarak bastırmış ve izlediği işgalci politikalar sonucu yaklaşık 70 bin insanın yaşamını yitirmesine neden olmuştur. Doğal güzellikleri, verimli arazileri ve zengin kaynakları ile önceden ‘cennet vadi’ olarak adlandırılan Keşmir, Hindistan’ın yıllardır süregelen zulümleri neticesinde adeta ‘Güney Asya’nın Filistin’i’ durumunda bulunmaktadır.” ifadeleri kullanıldı.
Keşmir’de yaşanan hak ihlalleri
İnsan hakları örgütlerinin Keşmir’de yaşanan insanlık dramını belgeleyen raporları olmasına rağmen görmezden gelindiğinin ifade edildiği raporda şu önemli bilgilere yer verildi: “ ‘Kayıp Kişilerin Aileleri Birliği’ adlı yerel bir grup, Nisan 2008’de Keşmir’i Pakistan ile Hindistan arasında ikiye bölen hattın yakınlarındaki Uri şehrinde işkenceye uğrayan ya da gözaltında kaybolan kişilere ait olduğu düşünülen bine yakın isimsiz mezar ortaya çıkarmıştır. 2011 yılında ise Keşmir insan Hakları Komisyonu, 3 yıl süren bir çalışmanın ardından, kimsesizler mezarlığında aralarında sivillerin de olduğu 2 bin 156 ceset tespit etmiştir. Eylül 2015’te Jammu Keşmir Sivil Toplum Koalisyonu tarafından hazırlanan 800 sayfalık raporda ise, 172 kayıp vakası, bin 80 yargısız infaz listelenmiştir. Yine aynı raporda, 333 belge ile 972 insan hakları ihlali zanlısı hakkında bilgi verilirken, yargısız infazları gerçekleştiren 161 milis, 464 ordu personeli, 158 Jammu Keşmir polisi ve 189 silahlı hükümet personelinin de ismi yer almıştır. 78 Yeni Delhi merkezli Asya insan Hakları Merkezi (ACHR) tarafından yayımlanan raporda, son on yıl içinde 1.504 kişinin polis gözetimindeyken, 12 bin 727‟sinin ise tutuklandıktan sonra öldüğü kaydedilmiştir.”
Raporda, “Ülkedeki bombalı saldırılar sonucu suçsuz birçok genç, -özellikle Maharashtra, Gujarat, Madhya Pradesh, Andra Pradesh ve Rajasthan olmak üzere bazı eyaletlerde- yasaları ihlal eden polisler tarafından uzun süre gözaltında tutulmakta, ailelerine haber verilmemekte, kendilerine işkence edilmekte, işlemedikleri suçları zorla kabul edip boş kağıtları imzalamak zorunda kalmaktadır. Barolar Birliği ise, polis tarafından suçlanan bu gençlerin avukat tutmalarına engel olmaktadır. Gençlerin çoğu sonuç olarak masum bulunsa bile, yaşam ve itibarlarını geri kazanmak için herhangi bir tazminattan yararlanamamakta, polis tarafından fişlendikleri için ‘potansiyel şüpheli’ olarak damgalanmaktadır. Keşmir halkı Hindistan işgali altında oldukça zor şartlar altında yaşam mücadelesi vermektedir.” denilerek Keşmir’de yapılan hak ihlallerinin dünya kamuoyu tarafından görmezden gelindiğine dikkat çekildi.
Coğrafik ve stratejik konumuyla dikkat çekiyor
Keşmir’in coğrafik ve stratejik konumlarını da değinilen raporda, “Verimli arazileri ve zengin yeraltı kaynaklarıyla adeta ‘cennetten bir vadi’yi andırmasına rağmen, bölgesel ulus-devletlerin sınır anlaşmazlıkları bağlamında kanlı çatışmalara neden olmakta ve uluslararası müdahaleye açık bir bölge konumunda bulunmaktadır. Önemli düzeyde silah kapasiteleri bulunan bölgesel güçlerin anlaşmazlıkları, Keşmir halkının yaklaşık 70 yıldır büyük acılar yaşamasına neden olmaktadır.”
Pakistan, Hindistan ve Çin’in sınırlarında bulunması sebebiyle de stratejik öneme sahip olduğunun ifade edildiği raporda; “Keşmir, dünyanın en yüksek ikinci tepesinin bulunduğu ve çevre topraklara hakim bir yükseltiye sahip olan, Güney Asya’da ki önemli stratejik bölgelerden biridir. Keşmir’in çeşitli madenleri barındıran yeraltı kaynaklarına ve verimli topraklara sahip olması önemini arttırmaktadır. Keşmir, coğrafi konumunun yanı sıra Pakistan, Hindistan ve Çin gibi farklı kültürel kimliklere sahip ülkelerin sınırlarında bulunması hasebiyle de stratejik bir bölge olarak değerlendirilmektedir. Söz konusu özellikleri nedeniyle Keşmir, sürekli olarak bölgesel güçlerin iktidar mücadelesine, işgal ve savaşlara sahne olmaktadır.” denildi.
Temmuz ayında başlayan olaylar halen devam ediyor
Temmuz ayında Hizbu’l Mücahidin (Hizb-ul Mujahideen) hareketinin önemli isimlerinden Burhan Muzzaffar Wani’nin Hint yönetimince katledilmesi sonrası Keşmir’de gerilimin tırmandığına yer verileni raporda, Hindistan güvenlik güçlerinin, Wani’nin katledilmesini protesto etmek amaçlı sokaklara dökülen on binlerce Keşmirliye orantısız şiddet uyguladığı kaydedildi.
Hindistan’ın uyguladığı şiddet neticesinde şu ana dek yaklaşık 100 Keşmirlinin hayatını kaybettiği, binlerce kişinin de yaralandığına yer verilen raporda, Temmuz ayında başlayan olaylar halen devam ettiği hatırlatıldı.
SDAM’ın Keşmir sorunuyla ilgili çözüm önerileri
SDAM, raporun sonunda, kronik bir hâle gelmiş Keşmir sorununun çözümüne yönelik yapılması gerekenleri şöyle sıraladı:
"-Keşmir’in statüsüne Keşmir halkı karar vermelidir. Buna yönelik BM kararları gereği ‘plebisit’ yapılmalı, sandıktan çıkan sonucu bölgesel ve küresel güç odakları kabul etmelidir.
-Bazı uzmanlar, son aylarda yaşanan olayların topyekûn bir savaşa evrilme olasılığını kısa vadede zayıf görse de, Keşmir sorununun Güney Asya’yı ateş çemberine çevirme potansiyeli göz ardı edilmemelidir.
-Taraflar arasında diyalog kanalları açık tutulmalı, nükleer ya da konvansiyonel her türlü savaştan kaçınılmalıdır.
-Gerginliğin azaltılması için halk oylaması sonuçlanana kadar Keşmir’de bulunan 500 bin civarındaki Hint askerlerinin sayısı azaltılmalıdır.
-Hindistan, yargısız infazlara ve orantısız şiddete son vermelidir. Halkın insani hak talepleri karşısında güvenlik güçlerinin hukuksuz uygulamalarına fırsat vermemelidir.
-Hindistan, (Filistin’de işgalci olan israil’e benzer bir şekilde) ‘yerleşim yerleri’ inşa etmek suretiyle Keşmir’deki demografik yapıyı lehine çevirme girişimlerinden vazgeçmelidir.
-ABD başta olmak üzere uluslararası güçler, Keşmir üzerinden Güney Asya’daki güç dengelerini etkilemeye dönük politik hesaplar yapmayı bırakmalıdır.
-Keşmirli Müslümanlar yaklaşık 70 yıldır büyük zulümler görmesine rağmen seslerini yeterince duyuramamaktadır. Bu nedenle dünya Müslümanları, Keşmir sorununu ciddi bir şekilde gündem etmeli ve mazlum Keşmir halkıyla dayanışma göstermelidir.
-İslam İşbirliği Teşkilatı(İİT), Keşmir sorununun çözümüne dönük inisiyatif almalı ve Keşmirli Müslümanların sıkıntılarını dünya kamuoyunun gündemine taşımalıdır.
-Halkın inancını yaşamasının önündeki tüm engeller kaldırılmalı, mescitler ‘terör yuvası’ olarak görülmemelidir."
İLKHA