Bölge halkları olarak şu anda kıldan ince kılıçtan keskin bir sırat köprüsünden geçmek gibi zor bir süreçteyiz. Dünyanın başına bela olmuş süper güçler için veya şu anda zihinleri işgal etmiş modernizm için, seküler yaşam tarzı esas kabul ediliyor.
Bugün batı nezdinde Müslüman olup olmamanızdan ziyade iki şey önemli, birincisi aidiyetinizin savunucusu musunuz yoksa taklitçisi mi? İkincisi de, kabul ve kanaatleriniz ne olursa olsun, batılı gibi mi yaşıyorsunuz yoksa dininizin emrettiği gibi mi? Veya hangisini yaşamakta ısrar ediyorsunuz?
Suriye'de bu kadar kan akıyormuş, bu kadar yerinden yurdundan olan varmış. Bunların bir takım rakamlardan başka onlar için hiçbir önemi yok. Çünkü mağdurlar, ne olursa olsun İslami duruşlarından vazgeçmiyorlar. Nereye giderlerse gitsinler tesettürlerini terk etmiyorlar, namazlarını bırakmıyorlar. İçki içmiyor, zina yapmıyorlar. Kendilerini illa da Allah Resul'ünün tavsiye ettiği sünnete uymaya mecbur hissediyorlar.
Bir Fransız'ın veya İngiliz'in oturduğu, yediği içtiği, giyindiği kısaca yaşadığı gibi değil, Kur'an'ın ve Nebevi ahlakın öngördüğü gibi yaşamayı, olmazsa olmaz görüyorlar. Öyle olunca da bir Amerikalı için balıklar ve kuşlar kadar da kıymetleri olmuyor. Ve işte tam da bu noktada seçici davranmaya başlıyorlar.
Suriye'de farklı çıkarları gözeten birçok grup ve milyonlarca mağdur varken, batılı güçler o hassas koku alan burunlarını işe sokuyorlar ve kendileri gibi olanları buluyorlar, onlara engin hoşgörü ve merhametleriyle(!) kol kanat geriyorlar.
Bunu sadece bugünün Suriye'sinde yapmadılar. Son iki yüz yıl tüm İslam coğrafyalarında yaptılar. Mesela, yüz yıl önce bu memlekette, Mustafa Kemal önderliğindeki aşırı seküler ve laik kanada, devlet kurma fırsatını da bunun için verdiler.
Bugün, bunun farkında olan kimi yerel güçler de, Mustafa Kemal'i kendilerine örnek alıyorlar. Ne kadar çok İslam karşıtlığı, o kadar İngiliz desteği. Ne kadar çok Şeriat düşmanlığı, o kadar Fransız desteği. Ne kadar çok ezana, medreseye, âlime, sünnete, ahlâka karşı tahkir ve yıkıcı tavır, o kadar AB, ABD ve Rusya desteği. Ve tıpkı geçmişte burada yapıldığı usullerle. Yani irtica, terör, Işid, gerici, yobaz gibi hokus pokuslarla...
Evet, Cenevre'de ya da başka bir yerde yakın bir zamanda bir neticeye varılacağını düşünüyorum. Bunda tabi ki en etkili faktör, Suriyeli sığınmacıların batılı ülkelerin başını ağrıtmış olmasıdır.
Diğer bir etken Rusya'nın o bölgeye iyice yerleşmeye başlamasıyla beraber, Suudi gibi zengin Arap ülkelerinin de kuzeyde inisiyatif için hızlanmış olmasıdır.
Diğer neden de, bölgede ciddi bir potansiyel olan Kürtlerin, ilerde ciddi tehlike oluşturacak İslami vasat yapılarını da risk olmaktan çıkarıp, batılı ülkeler ve israil'in çıkarlarını gözetecek bir laik temsiliyete büründürülmesidir.
Evet, her şeyden önce yapılması gereken, bölgede akan kanı durdurmaktır, mazlumiyetleri ivedilikle ortadan kaldırmaktır. En kötü barış, elbette ki savaştan iyidir. Hele hele savaşı yaymak, ateşi büyütmek, keskin sözlerle meydan okumak şu şartlarda çok daha büyük felaketlere davetiye çıkarmaktır.
O yüzden, öyle tehlikeli bir dönemeçteyiz ki, kim olursa olsun herkesin hislerle değil akl-ı selimle konuşması, yazması ve hareket etmesi çok çok önemlidir. Allah akıbetimizi hayretsin.
Ve Konya, bu hafta adeta büyük bir manevi depremle sarsıldı. Tahir Çolak abimizi, Rabbimize uğurladık. O çeyrek asır boyunca türlü türlü imtihanlara rağmen Allah için koşturmuş nadide insanlardan biriydi. Bizde çok hakkı bulunan Tahir Abi'yi rahmetle ve minnetle yâd ediyorum. Rabbim mekânını cennet eylesin.