Oldukça stresli ve gergin bir seçim süreci geçirmemize rağmen, bu seçim önceki seçimlere nazaran daha sakin ve olaysız geçti diyebiliriz. Suruç olayı ve Erzurum'daki kan davasını saymazsak tabi.
Her seçim öncesi tahminler havada uçuşurken siyasilerin bu beklentiler altında mücadele çıtasını yükseltecek söz ve vaatleri, yangına benzin dökercesine alır başını gider. Nitekim halk bu vaatler bahçesinde hangi tohumun meyveye duracağını tecrübe etmiş olduğundan buna göre tavır geliştirir/geliştirdi de. Ama yine de siyasiler, umudunu yitirmez ve halkı çepeçevre kuşatmaya devam eder. Ta ki halk, sandık başına gidinceye kadar mücadele durmaz.
Sandıklara gidildi ve görüldü ki siyasetin hedefi ile halkın hedefi beklenilen gibi değildi. Yine işi bilen ve ne yapılması gerektiğine karar veren halk oldu. Bu konuda halkı küçümseyen tavır ve sosyal medya paylaşımları olmadı değil. Başta zihniyet olarak halktan daha halkçı olduğunu ileri süren bir “Halk Parti”miz var. İnönü'nün Menderes'e iktidarı devrederken oluşan hazımsızlık, kronik olarak CHP zihniyetiyle bugüne kadar geldi. Baksanıza ismi lazım olmayan bir CHP'li, sosyal medyada bunu nasıl dile getirmiş: ‘Şeker fabrikalarının satışından, fındık fiyatlarından, tarımın gelişmediğinden, hayvancılığın olmadığından ve ulaşımın pahalılığından şikâyet edenlerin yoğun olduğu yerlerde yine AK Parti'ye oylar verilmiş' anlamındaki uzun mesaj. Demişti ya zamanın Milli Eğitim Bakanı: “Şu okullar olmasaydı Milli Eğitimi ne güzel idare ederdim.” diye. Şu halk da olmasaydı sen gör o zaman CHP'nin memleketi ne güzel idare edeceğini.
Dolayısıyla seçim sonrası yine en çok haber olan, basında gündem olmaya devam eden; CHP'nin iç kaynamaları oldu/olacak ve devam edecek gibi görünüyor.
Şunu kabul etmeliyiz ki bu memlekette bir muhalefet sorunu var. Yalnız Erdoğan'ın “Yerim senin gibi muhalefeti” deyişinin içinde Kılıçdaroğlu'nun dar, sığ ve kendini aşamayan yapısı dağ gibi bir sorunu CHP'nin önüne koymuştu. Bir kan lazımdı ve o kan İnce de bulundu.
Her ne kadar seçimlerde yenilmiş olsa da CHP tabanının basında ve sosyal medyada Kılıçdaroğlu'ndan yana rahatsızlıkları şimdiden dile gelmeye başladı. Aslında Kılçdaroğlu için düşünülen şey, İnce'yi öne sürerek ondan kurtulmaktı. Lakin ters tepti ve İnce, kendini aştı. Böylece Kılçdaroğlu kendi ayağına sıkmış oldu. Zaten siyasi hayatı boyunca da hep böyle yapıp yanlışa oynamadı mı?
Gidişat şunu gösteriyor ki Kılçdaroğlu, en kısa zamanda ya kendiliğinden ya da parti içi kaynamanın zirve yapacağı bir dönemde yerini Muharrem İnce'ye bırakacaktır. Bu kaynamanın belirtileri şimdiden dillere pelesenk olmuş durumda. Yine de Kılıçdaroğlu bu defe akıllıca bir hamle yapıp kendi isteğiyle bırakırsa hem tabanında hem de beklenti içinde olanların gönlünde “bir bilen” olarak hep saygı görecektir.
Aklıma hep Aziz Yıldırım gelir. Ali Koç'a karşı o da bu şekilde davranma erdemini gösterseydi Fenerbahçe'nin ebedi Başkanı olarak gönüllerde yer alabilirdi. Küsüp giderek ve işi yokuşa sürerek koltuğundan olması sadece kendine kaybettirdi. Bari Kılıçdaroğlu bunu yapmasa.
Yapma ihtimali var mı, var! Çünkü koltuk veya makam hırsı, fıtri bir duygudur. İsmet İnönü, CHP'yi yönetemeyecek kadar yaşlanmışken Ecevit, yakasına yapışıp artık bırakması gerektiğini söylememiş miydi zamanında? Peki, Ecevit yıllar sonra bıraktı mı aynı koltuğu? Hayır… İşte anlatmak istediğimiz olgu bu… Ya bırakırsa? Bunun adına da erdem denir. Yani kemale ererken Kemal'siz kalmak…