CHP grup başkanvekili Özgür Özel, Erdoğan için sert ifadeler kullandı:
“Recep Tayyip Erdoğan, muhalefete "5. kol" diyor. Bunun demokraside yeri yok.
Demokrasiyle geleceksin, 18 yılın sonunda İspanyol diktatör Franco’nun söylemine sığınacaksın. Yazıklar olsun!
Bu diktatör bozuntusuna milletimiz, ilk seçimde sandığı gösterip geldiği gibi gönderecek.”
Tabii Özgür Özel’in yaşı itibariyle “diktatör bozuntusu” tiplerle karşılaşmadığı için sallaması normal; hem de bu kadar geniş yetkilere sahip bir cumhurbaşkanına…
Aslında biraz farklı yerlerden okuma yapsa bir şeyler öğrenebilirdi; ama sadece Yılmaz Özdil okunarak öğrenilecek bir şey değil.
Mesela Falih Rıfkı Atay’ın “Atatürkçülük nedir” eserinden bir bölüm alsak…
“Binlerce kişiye Atatürk’ün Türk yazısını temelden değiştiren sözlerini okudum. Coşkunca bir alkıştır, koptu. İki gün sonra da Anadolu yolculuğuna çıkarak halka yeni yazı öğretmenliği etti. Bu tepeden inme bir oldu bitti idi. Büyük Millet Meclisi’nin haberi bile yoktu. Metodun diktatörce olduğuna şüphe edilemez.”
Şimdi bunu Özgür Özel’e göstersek büyük ihtimalle genel başkanı gibi çark eder ve “Ben gerçek diktatöre değil ‘diktatör bozuntusuna’ karşı çıktım” der.
Aslında sorun Özgür Özel’in “diktatör” kelimesinin ne anlama geldiğini tam olarak bilmemesidir diye düşünüyorum.
Yani Özgür Özel, şimdi “seçimle gelmiş” olan Sisi için Mısır’da bir gazeteci ya da siyasetçinin “diktatör” demesiyle neye muhatap olacağını bilmiyor. Ya da Cemal Kaşıkçı’nın başına gelenlerin Suudi veliahtı Bin Selman’ı eleştirmesinden kaynaklandığını bilmiyor. Suriye iç savaşının duvarlara Esad için “diktatör” diye yazan çok sayıda çocuğun öldürülüp ortadan kaldırılması sonrası çıktığını, Putin’e diktatör diyen gazetecilerin, silahlı suikaste, muhalif siyasetçilerin zehirli suikaste maruz kaldığını da bilmiyor.
Ya da bilmezden geliyor.
Hani otoriter, baskıcı, yasakçı gibi suçlamalarda bulunsa anlaşılır bir tarafı var; ama şimdi Erdoğan buna dava açacak ve Özgür Özel, “ifade özgürlüğünün kısıtlandığından” dem vuracak.
Neyse, diyelim…
Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı Fahrettin Altun, Özgür Özel’e cevap mahiyetinde, 1932, 1938 ve 1941 yıllarına ait "Kemalist Türkiye'den faşist İtalya'ya selam", "Milli Şefimizle Führer arasında samimi tebrikler" başlıklı ve "Nazi Almanyası'nın Propaganda Bakanı Joseph Goebbels'in İstanbul'a gelişi"yle ilgili haberlerin yer aldığı gazete kupürlerini paylaştı.
Fahrettin Altun, paylaşımında şu ifadelere yer verdi:
"Doğum gününe resmi heyet gönderecek kadar Hitler-Nazi hayranı olanları, Goebbels'i özel misafir olarak ağırlayıp icazet alanları, imrendikleri faşist Mussolini'ye her fırsatta selam gönderenleri milletimiz çok iyi tanıyor. Kötü geçmişlerini Cumhurbaşkanımıza saldırarak örtemezler."
Tabii Fahrettin Altun, bir bürokrat olarak siyasetin dönemsel olarak değişiklik gösterdiğini pek bilmez herhalde. George Orwell’in 1984’ünü okumasını tavsiye ederiz.
Bir de bize 80 yıl önceki CHP politikasını gösterip eleştiren İletişim başkanına son 6-7 senede burada AK Parti döneminde yaşanan değişimlerden kısa bir hatırlatma yapalım.
Malum ağır aksak da olsa, yanlış zeminde yürütülse de bir “çözüm süreci” yaşandı bir süre önce.
Yıllarca bırakın Kürt kimliğini “Kürt” kelimesini bile inkar eden bir “resmi devlet tutumu” vardı.
Sonra yavaş yavaş bir şeyler değişti.
Devlet resmi olarak Kürtçe televizyon açtı. Kürtçe seçmeli dersler kondu, bazı üniversitelerde Kürtçe bölümler açıldı.
Ders kitaplarında bile yılların inkar politikasının izleri bir nebze silindi.
Sonra siyasi çekişmelerden dolayı “Çözüm süreci” buzdolabına kaldırıldı ve “bazı şeyler” tersine işlemeye başladı.
Kürtçe levhalar söküldü, okul kitaplarında geçen “Kürt” kelimesi çıkarıldı.
Savunma bakanlığının resmi açıklamasında “Irak Kürdistan bölgesi” ifadesi, yerini “Kuzey Irak Federal Bölgesi”ne bıraktı.
Yani demek istediğim şu. Fahrettin Altun, daha buradaki birkaç yılda yaşanan değişikliği tam anlamadan 80 yıl önceki dili ve tutumu yargılamasın.
Bir de şunu eklemesem olmaz.
Fahrettin Altun, CHP’nin 80 yıl önceki uygulamalarını eleştiriyor; ama “İletişim Başkanı” olarak medyaya yönelik yanlı ve ayırımcı tutumuna yönelik eleştirilere cevap bile vermiyor.
Basın kartlarını iptal ederek, tek işi basın emekçiliği olan kişilere siyasi görüşünden dolayı “Basın kartı” vermeyi reddederek, inceleme adı altında yıllarca kullanılmış olan kartları askıda bırakarak basın üzerinde baskı kurmaya çalışmakta, üstü kapalı bir şekilde tehdit etmektedir.
O yüzden…
Birilerini suçlamadan önce Altun’un önce aynaya bakması ve gördüklerini açık yüreklilikle etrafıyla paylaşması gerekir. Aynada hiç de özgürlükçü ve iyi niyetli bir portre göremeyecektir.