Avrupa Birliği (AB)-Türkiye ilişkilerindeki gerginliğin nedeni, AB ülkelerinin 15 Temmuz darbe girişimi ile ilgili tutumu ya da FETÖ sanıklarına AB ülkelerince sığınma hakkı verilmesi değildir.
AB ülkelerinin 15 Temmuz darbe girişimiyle ilgili tutumları, AB-Türkiye ilişkilerinde neden değil, sonuçtur.
AB'nin Türkiye'nin ceza sisteminden kaçan siyasi sığınmacılar konusundaki tutumu malumdur.
En demokratik (!) günlerinde bile Saddam Hüseyin, Hüsnü Mübarek, Hafız Esad, Zeynelabidin Bin Ali gibi diktatörlere sahip çıkan, hep israil'in safında duran AB ülkelerinin 15 Temmuz'da farklı bir tutum içinde olmaları da beklenemezdi. AB liderleri General Sisi'yi kırmızı halılarda karşılamışken FETÖ darbecilerine sırtını dönmezlerdi.
İnsan hakları, her dönem Batı'nın araçsallaştırdığı hususlar içinde yer aldı. En demokratik günlerinde başörtüsü yasağına destek veren, her tür şiddet eyleminden uzak siyasi partilerin kapatılmasını demokratik bulan Batı, hangi değerlerle 15 Temmuz'da farklı bir tutum içinde olacaktı?
Türkiye-AB ilişkilerindeki gerginliğin arka planı bunu aşıyor.
Türkiye, eskisi gibi zayıf değil, AB de eskisi kadar güçlü değildir. Türkiye, değerleri gittikçe çürüyen, bu çürümüşlük içinde ayakta kalması kuşkulu olan AB'ye bağımlı kalmayı çıkarına uygun bulmuyor. Siyasi dağınıklık ve seçeneksizlik içinde ırkçılığa gün geçtikçe teslim olan AB de Türkiye'ye dönük kapısına astığı kilidi teşhir etmekten çekinmiyor.
2002'den sonra, Türkiye'nin siyasi aktörleri, AB üyesi bir Türkiye'yi AB üyesi olmayan bir Türkiye'ye farklı sebeplerle tercih ediyorlardı. Bu tercih, AB'yi 2002'den sonra da Türkiye'ye her istediğini kabul ettirme konumunda tuttu. Ailenin temeline dinamit koyan ve bugün kısmî dahi olsa geri çekilemeyen çok sayıda kanun o koşullarda kabul edildi.
Kanun, kuru bir metin değildir. Topluma dönük her kanunun, sosyal karşılığı vardır. AB'ye uyum çerçevesinde kabul edilen yasalar, Türkiye'de kadın cinayetlerinin ve boşanmaların artmasının ana sebepleri arasındadır. Bu kanunlar, toplumun aleyhine olduğu bilindiği hâlde AB uğruna Meclis'ten geçirildi.
Özellikle “kalkınmaya muhtaç yöreler” diye kotlanan, kadın kuaförlüğü belgesi almış kişilerin toplam kadın nüfusuna oranını merak ediyorum. Eminim ki AB olurunu alma adına açılan halk eğitimi kursları sayesinde, Avrupa ortalamasının üzerindedir. AB uğruna bel ağrılarına iyi geliyor safsatasıyla en ücra yerlerde bale kursu bile açıldı. “Kadının iş yaşamına dâhil edilmesi”nde AB “değerleri”, sadece toplumun değerlerinin değil, ihtiyaçlarının da üstünde tutuldu. Genç kadınların neredeyse yüzde beşine kadın kuaförü belgesi vermenin herhalde kadına iş bulmakla bir ilgisi yoktur. Hiçbir alt yapı oluşturulmadan Yatılı Bölge Okulları projeleriyle küçücük kız çocuklarının şehrin karmaşasına mahkûm edilmesinin salt eğitim sevdası ile ilgisi de tespit edilmiş değildir. Ama hiçbir adım, AB'yi Türkiye'nin üyeliğini onaylamaya ikna etmedi.
Türkiye, o kanunları geri çekmese de birkaç yıldır AB “değerleri”nin zıddına bir değişim yaşıyor. AB, bu değişimi görüyor, Türkiye'yi durdurmak istiyor. Türkiye, bu isteğe olumlu cevap vermiyor çünkü kendisini eskisi gibi AB'ye muhtaç görmüyor, ekonomisi çökmüş, siyasi alanda ise hep muhaliflerinin yanında yer alan AB'nin kapısında direktiflere hazır beklemeyi anlamlı bulmuyor.
AB, Türkiye'nin tutumundaki değişikliği kabullenemiyor. Türkiye'yi, etki alanının dışına çıkarmadan te'dip etmek istiyor. Türkiye ise kendi yolunda yürüyor ama dünyadaki dengelerin hâlâ Batı lehine görünmesinden ve Batı'nın Türkiye içinde operasyon yapma kabiliyeti son bulmadığından temkinli davranıyor. Bu iki tutum karşısında kimin kimi istemediği tam anlaşılamıyor!