Ebu Abdullah Nu’man bin Beşir (ra)’den rivayet edilmiştir. Dedi ki; Resulullah(sav)’ın şöyle buyurduğunu işittim. “Hiç şüphesiz helal (olan şeyler) bellidir, haram (olan şeyler de) bellidir. (Ancak) aralarında, birçok kişinin (helal veya haram olduğunu) bilmediği şüpheli şeyler vardır. Kim şüpheli şeylerden sakınırsa dinini ve ırzını korumuştur. Kim de şüpheli şeylere düşerse harama düşmüş olur. Tıpkı koruluğun etrafında koyunlarını otlatan çoban gibi. Neredeyse koyunları o koruluğun içine girerler. Dikkat edin her padişahın bir koruluğu vardır. Dikkat edin Allah(cc)’ın koruluğu da haram kıldığı şeylerdir.” (Buhari-Müslim)
Bu Hadis-i Şerifin devamında kalb ile ilgili açıklamalar vardır. Allah Teala izin verirse bir sonraki sayımızda da onları ele alacağız.
Muhammed bin Allan der ki: ?İslam âlimleri, bu hadisin konumunun büyüklüğü ve faydalarının çokluğu hususunda ittifak etmişler.”
İbn-i Hacer de Feth-ul Bari adlı eserinde şunları kaydetmektedir; “Âlimler, bu hadisin şanını pek büyük görmüşler.” Ebu Davud Sicistani’den nakledildiğine göre; bu hadis, İslam hükümlerinin üzerlerinde durup döndüğü dört hadisten biridir. İbn-ül Arabî, tüm hükümlerin bu hadisten çıkarılabileceğine işaret etmiştir. Kurtubî, İbn-ül Arabî’nin bu işaretine binaen demiş ki; “çünkü bu hadis, helal ve haram olan şeylerin birbirinden ayrıldığına ve tüm amellerin kalbe taalluk ettiğine şamildir. Bu nedenle tüm hükümlerin ona döndürülmesi mümkündür.”
Doğrusu sadece bu denli önem arz eden hadisler değil, İslam peygamberi, son ve gerçek kurtarıcı Hz. Muhammed Mustafa (sav)’nın; karanlıkları dağıtan güneş misali her bir mübarek sözü; hususen mimsiz medeniyetin insan hayatını karartıp tar u mar ettiği, haramların insan bedenini ve ruhunu kanser gibi kuşatıp tedavisi imkânsız hastalıklara duçar ettiği ve huzurunu zir u zeber ettiği günümüz dünyasında perişan olup bitap düşmüş bütün insanlık için birer ilaç ve derman, hayat dolu nisan yağmuru ve Kevser-i Rahmaniden süzülen ab-ı hayat gibi birer rahmettir.
Allah u Teala şöyle buyuruyor: “Bu gün dininizi kemale erdirdim, üzerinizdeki nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslam’ı seçtim.” (Maide S: 13)
Ayet-i Kerimeden ve İbn-i Receb el Hanbelinin de dediği gibi Hadis-i Şeriften anlaşılıyor ki, ümmetin ihtiyaç duyduğu tüm helal ve haram olan şeyler açıklanmış, hiçbir şey gizli bırakılmamıştır. Resulullah (sav) bu konuda şöyle buyuruyor: “Sizi tertemiz bir beyazlık üzerine bırakıp gidiyorum. (Öyle bir beyazlık ki) gecesi gündüzü gibidir. Helak olacak kişi dışında kimse ondan sapmaz” Hz. Ebu Zerr (ra) de diyor ki; “Resulullah(sav) vefat ettiğinde, gökte uçan her bir kuşun kanat çırpmasındaki ilimden bile bize haber vermişti.” (Cami’ül Ulum)
Ancak bazı şeyler vardır ki, birtakım nedenlerden dolayı şüphelidir. Birçok kimse bunların helal veya haram olduğunu bilmez. Bu şüpheli olan şeyleri terk eden kimse; dinini eksiklikten ve şeriatın kınamasından, ırzını ve şahsiyetini de insanların yermesinden korumuş, tertemiz kılmıştır. Zira halk arasında, şüpheli şeylerden uzak durmakla tanınmayan kimse, aleyhindeki konuşma ve ayıplamalardan kurtulamaz. İş ve kazancında şüpheli şeyleri terk etmeyen kimse, kendini kınanma ve yerilmelere hedef haline getirmiş, nefsini töhmet altında bırakmış olur. Bu nedenle seleften bazı zatlar (Allah onlara rahmet eylesin); “Nefsini ithamlara maruz bırakan kişi hakkında kötü zan besleyen kimseye itap etmesin, onu kınamasın” demişler.
Ayrıca, şüpheli şeyleri terk etmek; dini ve şahsiyeti korumak, haram ve günah şeylerden sakınmak amacıyla olmalıdır, insanların gözüne girmek ve riyakârlık kastıyla olmamalıdır. İnsanların gözüne girmek isteyen kimse şüpheli şeyleri değil, insanların hoş karşılamadığını tahmin ettiği şeyleri terk eder. Bunun da Allah Teala katında bir değeri yoktur. Zira fayda vermesi şöyle dursun, kişiyi cehennemlik yapar. Tirmizi’nin bir rivayetinde şöyle buyrulmuştur. “Kim şüpheli şeyleri, dinini ve ırzını korumak için terk ederse, o beri olmuştur.” Bunun için; “Kişinin şahsiyetini korumak için yaptığı herşey sadakadır” denilmiştir. (Feth-ul Bari ve Cami’ul Ulum)
“Kim de şüpheli şeylere düşerse” yani helal veya haram olduğunu bilmediği müşkül şeyleri yaparsa “harama düşmüş olur.”
Bunun iki manası vardır:
Birincisi: Bir kimse, şüpheli bildiği şeylere atılırsa, hakikatte helal veya haram olduğunu bilmediği için, işlediği şeyin gerçekte haram olmadığından emin olamaz. Dolayısıyla bilmeden harama düşmesi neredeyse kaçınılmaz olur.
İkincisi: Kişinin şüpheli olduğuna inandığı şeyleri yapması, yavaş yavaş, haram olduğuna inandığı şeylere müsamaha göstererek onları da işlemesine sebep olur. Buhari ve Müslim sahihlerinde, bu manayı te’yid eden bir rivayette şöyle buyrulmuştur. “Günah olduğundan şüphe ettiği şeyi yapmaya cesaret eden kimse, günah olduğunu kesin bildiği şeyi de işlemesi pek yakındır.”
Bazı âlimler; “Şüpheli şeylerden kasıt, mekruh olan şeylerdir.” derken, bazıları da; ‘hilaf-ı evla olan mubahlardır” demişlerdir. İbn-ül Münir, Şeyhi Kübbari’nin şöyle dediğini nakleder; “Mekruh, kul ile haram arasında bir engeldir. Mekruhu çokça işleyen kişi harama da girmeye bir yol arar. Mubah da kul ile mekruh arasında bir engeldir. Sınırsız olarak mubahlara giren kimse, mekruha da meyleder.” Gerçekten bu, hadis-i şeriften çıkarılmış güzel bir manadır. İbn-i Hibban’ın şu rivayeti de onu desteklemektedir. “Haram ile aranıza helalden bir perde koyunuz. Kim bunu yaparsa ırzını ve dinini korumuştur. Kim de (bunu yapmaz ve ta haramın kenarındaki) helal şeylere (kadar) uzanırsa koruluğun kenarında yer edinip dilediği gibi davranan kişiye benzer ki her an yasak bölgeye girmesi muhtemeldir.” Bunun manası şudur; helal şeylerin sınırsız ve serbestçe yapılmasının, mekruh veya haram bir şeyin işlenmesine varacağından korkulduğu zaman uzak durulması ve sakınılması gerekir.
Mesela her zaman bol miktarda güzel ve lezzetli şeylerin bulunmasını arzu etmek, her ne kadar aslı itibariyle caiz bir şey olsa dahi, kişiyi bol miktarda kazanç elde etmeye zorlar ki o da onu hak etmediği şeyleri almaya sürükler. Ya da nefsin, haddini aşıp azgınlaşmasına sebep olur. En az zararı ise insanı meşgul edip gereği gibi kulluk yapmasını engellemesidir. Bu, inkârı mümkün olmayan, herkesçe malum ve müşahede edilen bir durumdur. (Feth-ul Bari)
Bütün bunlar, insanın haramlardan uzak durması ve kendisiyle aralarına bir engel koyması gerekliliğine işarettir.
Süfyan bin Uyeyne şöyle der: “Bir kul, haramla arasına helalden bir engel koymadıkça ve günah ile günaha benzeyen şeyleri terk etmedikçe imanın hakikatine ulaşamaz.” İbn-i Ömer (ra)’den de şöyle dediği rivayet edilmiştir. “Doğrusu ben, haramla arama helalden hiçbir zaman yırtmayacağım bir perde bırakmayı severim.” (Cami’ül Ulum vel Hikem) ve daha nice sahabe ve âlim zatlar bu hakikati değişik tabirlerle ifade etmişlerdir.
Resulullah (sav) şüpheli şeylerden çekinmeyenleri koruluğun etrafında koyun otlatan çobana benzetmiştir. Koruluk; sahibinin koruyup başkalarının girmesine müsaade etmediği ya da devlet büyüğünün yasak bölge ilan ettiği özel merası (otlağı)dır ki, oraya gireni tehdit eder. Böyle bir misal vermekten amaç, insanların meseleyi daha iyi anlayabilmesi için, görünmeyeni görünenle, hissedilmeyeni hissedilen bir şeyle kıyaslayıp bildirmektir. Zira eski devirlerde, Arap hükümdarları, hayvanları için özel bazı meraları tahsis eder ve izni olmadan orada hayvan otlatanı şiddetli bir ceza ile tehdit ederlerdi. Padişahın tehdidinden korkup rızasını gözetenler, koruluktan (yasak bölgeden) uzak dururlardı. Zira tehdit ve rızayı önemsemeyip koruluğa yaklaşan kişi, bir hayvanının, isteği dışında koruluğa girmesi veya bizzat kendisinin oradaki yeşilliği görüp de hayvanlarını içine salmadan kendini tutması ve dolayısıyla padişahın gazabından emin olması nerdeyse imkânsızdır.
Aynen öyle de şanı yüce olan Allah(cc), sultanlar sultanıdır ve hak “Padişah”tır. Haram kıldığı şeyler de Onun koruluğu ve kullarına, yaklaşmasını ve geçmesini yasakladığı hudutlardır.
“Bunlar Allah(cc)’ın koyduğu sınırlardır! Onlara yaklaşmayın!” (Bakara S: 187)
“Bunlar Allah’ın koyduğu sınırlardır! Onları geçmeyin! Kim Allah’ın sınırlarını geçerse onlar zalimlerin ta kendileridir.” (Bakara S: 229)
Amr bin Şuayb babasından, o da kendi babasından (Allah ikisinden razı olsun) rivayet eder ki; “Bir gece Resulullah(sav)’ın gözlerine uyku girmedi. Bazı hanımları dediler ki, ‘Ya Resulallah! Bu gece uykusuz kaldın. Buyurdu ki, yanım altında bir hurma bulup yedim. (Sonra hatırladım ki) bizde bir miktar zekât hurması vardı. Korktum ki onlardan olsun.”
Buhari ve Müslim’de geçen bir rivayete göre de Resulullah(sav) şöyle buyurdu: “Bazen olur ki ehlimin yanına gittiğimde yatağımın üstünde bir hurma görüyorum, alıp yemek istiyorum, sonra zekât hurması olmasından korkup atıyorum.” (C. Ulum)
Hz. Aişe (r.anha) haber verir ki; “Bir gün Hz. Ebu Bekir (ra)’ın yediği bir şeyin haram olduğu kendisine bildirilince, elini ağzına koyup kendini kusturdu.” (Buhari)
İbrahim Edhem’e sormuşlar: “Neden zemzem suyunu içmiyorsun?” demiş ki: “Eğer kendi su kabım olsaydı içerdim.” Yani mevcut su kabı sultanın malından olup helallığı şüphelidir.
Hadis-i şeriften çıkarılan hükümler:
-Müslüman’ın, şer’i hükümlerde delili sağlam olan şeyleri alıp delili olmayan görüşleri terk etmesi takvadandır.
-Bütün muamelelerde özellikle iş ve geçim temininde helal şeyleri yapmak, haram şeylerden uzak durmak ve harama bulaşmamak için şüpheli şeyleri terk etmek vaciptir.
-Hadis-i Şerifte geçen “çok kişi onları bilmez” tabiri az kişinin şüpheli olarak bilinen şeylerin hükümlerini bilmesinin mümkün olduğuna delildir. Zira müçtehitler ve muhakkik âlimler, diğer insanlara göre şüpheli olan şeylerin hükmünü içtihat ile belirleyebilirler.
-Bir Müslüman’ın kendi mürüvvetini ve şahsiyetini koruyup hakkında ithamlara yer bırakmaması gerekir. Bu nedenle kesin olarak helal olduğunu bildiği bir şeyi yaptığı takdirde, bilmedikleri için halkın onu ayıplamalarından korkarsa terk etmesi daha uygun olur.
-Hadis-i Şerifin sonunda “dikkat edin” kelimesinin tekrarı, başında geldiği cümlenin ehemmiyetine ve dikkat edilmesi gereken bir husus olduğuna işarettir.
-Bu hadis-i şerif, haramlara vesile olan şeylerin de haram olduğuna delil olarak getirilir. Örneğin; çoğu sarhoşluk veren şeyin azının da haram olması, yabancı kadınla yalnız kalmanın haram olması ve güneşin doğuşu ile batışı esnasında namaz kılınmasın, diye sabah ve ikindi namazlarından sonra nafile namazın tahrimen mekruh olması gibi.
Sübhan olan Allah, cümlemizi haramdan ve harama benzeyen şüpheli şeylerden muhafaza buyursun, tüm Müslüman kardeş ve bacılara, Müslüman’a yakışan tertemiz bir şahsiyet nasip eylesin. Âmin…