Sonda söyleyeceğimizi başta söyleyelim: Binlerce uzun namlulu silah mermisiyle kevgire dönüşen ve oyuklar açılan evlerin görüntüsünden sonra hala HÜDA PAR'ı çatışmanın bir tarafı şeklinde göstermek, en hafif tabiriyle utanmazlıktır.
Saldırgan HDPKK'lilerin ev, işyeri, parti, dernek vs. gibi binalarında tek bir çakıl taşı izinin dahi olmadığı biliniyor.
Şehirlerin önceden belirlenmiş yollarında ve sokaklarında, devlet de dahil herkesin gözü önünde günler öncesinden barikatlar kurulmuşsa, hendekler kazılmışsa, şehir merkezlerine kamyonlarla silahlı adamlar taşınmışsa buna “provokasyon” demek de gerçekleri saptırmaktır.
Dağa çıkıp birkaç aylık eğitim aldıktan sonra gelip devlete teslim olan ve serbest bırakılan PKK'lilerin Sokak gösterilerinde yer aldığı, halka yönelik katliam girişimlerinin de dağda silahlı eğitim almış bu şehir eşkıyaları üzerinden gerçekleştirilmeye çalışıldığı açığa çıkmış durumdadır.
Bütün bunların da ötesinde asıl olarak sorgulanması gereken husus şudur:
Devletle anlaşan; devletin bayrağına, büstüne, Misak-ı Milli'sine saygı duyduğunu ifade eden bir güç, neden “Öz Savunma Gücü” ismi altında askeri bir güce ihtiyaç duysun?
Açıktır ki bu askeri gücü kendisinden farklı düşünen, kendisine boyun eğmeyen Kürtlere karşı kullanacaktır ve el'an da kullanmaktadır.
Kürtlerin kendi aralarında barışması gerektiği hakikatini örgüt yöneticisi Karasu, Türk Özel Savaş güçlerinin çabası olarak değerlendiriyor.
Kürdistan'da silahları susturup sükûnet ortamını sağlayacak öncelikli mesele, elbette Kürtlerin kendi aralarındaki iç barışıdır.
Bunun aksini söylemek ya da buna hizmet edecek değerlendirme ve davranışları özel savaş taktikleriyle açıklamak, söyleyen(ler)in gerçek niyetini açığa çıkaran bir suçüstü yakalanmışlık halidir.
Aleviliği, Ateizm veya İslam'a düşmanlık üzerinden yorumlayan ve kamuoyunda “Ali'siz Alevilik” olarak tanımlanan bu zihniyet sahiplerinin HDPKK'nin yönetiminde etkili olduğu biliniyor.
Varlık nedenleri din ve dindarlarla savaşmak olan bu ekibin PKK içindeki varlığının tabanda ciddi anlamda sorgulandığını da biliyorum.
Bu zihniyet mensubu kadronun Kürt halkını sahil-i selamete çıkarmak gibi bir derdinin olmadığı ve küresel ölçekteki İslam'a düşman “Neo-Con, Evangelist” tarzlı kliklerle olan sıkı fıkı ilişkileri de biliniyor.
Çarşafa, Kur'an'a, medreselere hatta sarık ve sakal gibi İslamî şiarlara olan tahammülsüzlüklerin ve saldırganlıkların altında yatan ana neden budur.
HDPKK'nin tabanındaki ezici çoğunluğun bu şiarlarla problemi olmadığını ve bunlara yönelik saldırıların tabanda ters tepeceğini bilen bu ekip, “Kürt milliyetçiliği ve dine saygılıyız” maskelerinin arkasına saklanarak şimdilik zevahiri kurtarmaya çalışmaktadır. Ancak kurban eti dağıtan dindar Kürt gençlerinin hunharca linç edilmesi ve iki çocuklu çarşaflı hamile bir Kürt kadınının diri diri yakılmak istenmesi, maskeyi düşürmüş durumdadır.
Kürt halkına kan, gözyaşı, sefalet ve cehaletten başka bir şey vermeyen bu zihniyetin, çok partili hayata geçtikten ve korku imparatorluğu yıkıldıktan sonra ensesini görüp iktidar yüzü göremeyen selefleri CHP'li akıl hocalarının akıbetine duçar olacakları günler çok yakındır.
Hükümetin HÜDA PAR ve HAK PAR'la görüşme yapıp “Kürtlerin tek temsilcisi PKK-HDP değildir” şeklindeki açıklaması, PKK'yi tam anlamıyla panikletmiş durumdadır.
HDPKK'nin 6-7 Ekim katliamından sonra Cizre halkına yönelik katliam girişiminin nedenlerinden biri de budur.
“Zaten bölgede bir varlıkları yok” diyerek küçümsemeye çalıştıkları ancak pratikte ise, Besé Hozat'tan Karasu'ya; Bayık'tan Karayılan'a; siyasi uzantılarından medyadaki tetikçilerine; YDG-H'sinden bilmem neyine kadar topyekûn saldırı başlattıkları HÜDA PAR camiasına karşı öfkeden deliye dönmüş durumdadırlar.
Bir sokağın içinde farklı yapıdaki insanların varlığına dahi tahammül etmeyen bu yapının Türkiye'ye, hele hele Ortadoğu'ya demokrasi modeli sunması da “Şakamatik” programlarına konu olmayı hak ediyor. Son olarak, örgüt yöneticileri ve siyasi uzantılarının derin odaklara göz kırparak HÜDA PAR'ı “Kürt HAMAS'ı” olarak nitelendirmesi elbette dikkatimizden kaçmamıştır.
Şunu çok net olarak söyleyelim:
Adımızın Mahmut Abbas, Dahlan gibi halkına ihanet etmiş uşak ruhlu tiplerle anılmasındansa, Şeyh Ahmed Yasin, Heniye gibi aziz insanlarla anılmasından ancak ve ancak şeref duyarız.